Mehmet Ali Birand
 
Sivil kesim artık, askeri rahat bırakmalı...
 
 
Geçenlerde, Türkiye’nin yönetimine dolaylı şekilde karışan veya müdahele edebilen bir gurup ile birlikteydim.
Hepsi sivil, hepsi zengin, hepsi etkili kişilerdi. 
Ülke  yönetiminde söz sahibi çevrelere istedikleri anda hemen ulaşabilen, söyledikleri gazete sayfalarına yansıyan, her attıkları adım olay olan, Uluslararası çevrelerde tanınan ve görüşlerine önem verilen elit bir  insan grubuydu.
Bütün gece boyunca ne konuşuldu, tahmin edebilirsiniz.
Türkiye’nin Ak Parti sayesinde bambaşka bir yere doğru gittiği, durumun giderek kötüleştiği, büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunulduğu tartışıldı.
Dikkat ettim, hemen herkes gerçekten kaygılıydı.
Sözler dönüp dolaşıyor ve hep aynı cümleyle bitiyordu.
“...Birşeyler yapılması gerekir...”
Peki ne yapılmalı ?
“...Ne yapılacağını bilemem, ancak birşey yapılıp bu gidiş durdurulmalı...”
Dayanamayıp sordum:
“...Kim ne yapmalı? Darbe mi, asker mi el koymalı ?...”
Yanıt hazır: Hayır, onu demiyorum...
Peki ne ?

Aslında hepsinin kafasının arkasında hala, askerin müdahelesi var. Ancak bunu açıkça söyleyemiyorlar. Bazıları daha cesur olduğu için saklamıyor, genelde ise imalı konuşuluyor.
İşte beni bu yaklaşım çok rahatsız ediyor.
Aynı insanlar yıllar boyunca bu askeri kışkırttı. Müdahele etmesi için elinden geleni yaptı. “ Paşam, vatan elden gidiyor, ne zaman harekete geçeceksiniz ?” dedi.
Bugün, Başbakan duyar da işimiz bozulur, diye korkuyorlar. “ Gözlerime bak anlarsın ” cinsinden kinayeli mesajlar yolluyorlar.
Neden biliyor musunuz ?
Zira ellerini ateşe sokmak istemiyorlar. 
Onun yerine, TSKyı tahrik edip gidişi değiştirmeye çabalıyorlar.
Görüşlerini açıkça göstermezler. Zira kendilerini ortaya atıp, işlerini veya konumlarını riske atmazlar.
Yakın tarihimiz boyunca hep böyle davrandık.
Hep, TSK’nın arkasına sığındık.
Hep onları ateşe ittik.
Sanıyorum artık yetti. 

Artık askeri kullanmaya, askeri kışkırtmaya çalışmak yerine, eğer birşeylerin değişmesini istiyorsak, bunu sandıkta yapalım. Korkmadan, sözümüzü esirgemeden öne çıkalım.
Türk Silahlı Kuvvetleri yeterince yıprandı. Bunun sorumluluğunun önemli bir bölümü de bizlere ait. 
Unutmayalım ki, Türk Silahlı Kuvvetleri yepyeni ve tarihi bir sürece girdi. 
Kendi içinde yepyeni bir değerlendirme yapıyor.
İyisi mi, siviller olarak, artık bu kurumu hırpalamayalım.

Karpat: Darbelerin ardında sivilleri arayın

Prof. Kemal Karpat, bu ülkenin en saygın tarihçilerinden biridir. Son derece dengeli ve dünya’ya açık bir bakışı vardır.
“Asker ve Siyaset” adlı yeni kitabı, şu sıralarda en çok tartışılan konuya son derece ilginç bir ışık tutuyor. Hürriyetten Ezgi Başaran ile yaptığı söyleşide de Org. Başbuğ’un defalarca söylediği, ancak bize bir türlü anlatamadığı veya bizim anlamak istemediğimiz “artık darbeler dönemi bitti” gerçeğini vurguluyor. 
Abdülhamid’den itibaren Askerin siyasete yaklaşımındaki değişimi, Askeri Okulların başına getirilen  Alman General Von der Goltz’un, ülkenin geleceğini parlak askerlerde görmesini, ordu ile milletin bir olduğu felsefesini yaymasını ve dengelerin, 1950’de demokrasiye geçilip DP’nin başa geçmesiyle değiştiğini çok güzel anlatıyor.
1960 İhtilali’nin arkasında CHP’nin bulunmasına ve Ordu’nun iktidarda söz sahibi olmak için laikliğe sırtını dayamasına dikkat çeken Karpat, benim de tüm araştırmalarımda bulduğum ve paylaştığım bir tezi doğruluyor:

“...Darbelerin çoğu sivil kanada dayanmıştır. Askeri rejimlerden istifade edenler de hep sivil guruplar olmuştur. Askere şan şeref düştü, sivil guruplar ise darbelerin meyvesini yediler...12 Eylül son gerçek darbeydi. Kendi partilerini kurup iktidar olmayı denediler, ancak halk Özal’ı tercih etti ve bu şekilde Askerin siyaset ihtirası bitti...” Karpat, 28 Şubat’ı darbe olarak görmüyor.   

Bundan sonrası için de, yeni bir döneme girildiğine dikkat çekiyor.

“...Sivilleşme hareketinin had safhasını yaşıyoruz. Bu süreç ne ordunun prestijini azalttı ne de demokrasiyi zayıflattı. Komutanlar, bu kavgadan güçlü çıkmayı başarabilirler. Yeter ki, halkın kendi mukadderatını kendi tayin etmek isteğini kabullensinler. Halk, kendini yönetmesi için, her zaman en iyi insanları seçmeyebilir. Amma seçtiklerini indirmekte yine halka bırakılmalı. ‘En iyi hükümete ben karar veririm’ elitistliğine kapılmamalıyız. Demokrasi kültürü, sadece oy vermek değildir. Avam (halk) kavramıyla barışmamız gerekiyor...”
İşte, en önemli tarihçilerimizden birinin önemli saptamalarından bir demet...


Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Hadi bir defa başladık...
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…