AB İLE BÜYÜK
PAZARLIK
Uluslararası ilişkilerde kimse kimseye ucuz mal satmıyor, hediye vermiyor. Hele konu, Türkiye gibi kalabalık (70 milyon) ve fakir (kişi başına gelir sadece 3 bin dolar) bir ülke’nin, dünya’nın en zengin klüplerinden birine üye olmak istemesi ise. Bu dev, klübe girdiği anda, eski üye ülkelerin çıkarlarını zedeleyecekse, o zaman iş daha da güçleşir. Eski üyeler aday ülkeyi sokmamak veya girişini geciktirmek için ellerinden geleni yaparlar. Gözünün üstünde kaşı olduğu gerekçesine kadar, her türlü engellemeyi sürdürürler. Üstelik, haklıdırlar. Zira Milli çıkarlarını korumaktadırlar.
İşte Türkiye’nin, AB’den katılım müzakerelerinin başlaması için tarih istemesiyle ilgili kavganın temelinde bu gerçekler yatmaktadır. Eğer Türkiye AB’nin üyesi olsa ve kendi gibi büyük bir ülke kapıyı çalsa, o da aynı direnci gösterir, yeni geleni caydırmaya çalışırdı.
Büyük pazarlıklar başlamıştır.
AB direnecek, Türkiye bastıracaktır.
Moralimizi bozacak demeçler verilecek, önümüze inanılmaz gerekçeler çıkarılacakır. Aynı durum İngiltere’nin katılımı sırasında da yaşanmış, sonunda İngilizler ısrarcılıkları ve soğukkanlılıkları sayesinde kazanmışlardır.
ALINGANLIĞI
BIRAKALIM
Bu pazarlıkta Türkiye’yi bekleyen birkaç tehlike vardır.
Kamuoyunun sinirlenmesi, “ne yapsak almayacaklar- İstenmediğimiz yerde ne işimiz var” gibi alınganlıklar göstermesi ve heyecanını kaybetmesidir.
Oysa tam aksine, bunun hissiyatla hiçbir ilişkisi olmadığına, Türkiye’nin hakkını aradığı gerçeğine inanılmalı ve bastırılmalıdır. Dişe diş mücadele edilmeli, AB başkentleri, bunaltma pahasına baskı altına alınmalıdır.
ANCAK, EV ÖDEVLERİ
UNUTULMAMALI
Ancak bütün bunlar yapılırken başka bir tuzağa düşülmemelidir. “Ben elimden geleni yaptım, gerisi AB’ye aittir” mantığının aldatıcılığına kapılınmamalıdır. Zira Türkiye, her aday ülke için geçerli olan anayasal koşulları yerine getirememiştir. “Bu kadarıyla idare etsinler. Müzakereler başlayınca geri kalanları tamamlarız” mantığı, AB’de geçerli değildir. Katılma Müzakerelerine başlamak için Kopenhag kriterleri işlerlik kazanmalıdır. Yani uygulanmalılardır.
Oysa, şu sıralarda gazetelere yansıyan birkaç olay dahi, kriterlerden henüz uzakta yaşadığımızı yaşadığımızı göstermektedir. Sadece idam’ı kaldırmak ve ana dilde yayın-öğrenim hakkı sağlamakla kriterlere uyum sağlandığı ileri sürülemez.
BU KRİTERLER BİZİ
BÖLMEZ, AKSİNE GÜÇLENDİRİR
Bu pazarlıklar sırasında gözden kaçırmamamız gereken birkaç unsur vardır ki, Türkiye’ye tarih verilmesi konusunda son derece önemlidir. Kopenhag kriterlerine uymak ile gerçekten Avrupalı gibi düşünebilmek birbirinden farklıdır.
Örneğin, Milli Güvenlik Kurulu’nun konumu. Askerin siyasi yaşam üstündeki ağırlığı ve müdaheleleri bu aşamada gündeme gelecektir. Sezen Aksu’nun, Kürtçe ve Ermenice şarkı söylemesinin yarattığı asker’li tartışma, AB’nin mantığına uyamamaktadır.
Örneğin, Manisalı gençlerin davasından tutun, çocuklarına Kürtçe isim koymak isteyenlerin mahkemelere götürülmesine, RTÜK yasasından, işkence iddialarına kadar, hala sürdürülen uygulamalar, AB’deki kuşkuları arttırmaktadır.
Örneğin, Kıbrıs konusunda bir çözüm bulunamaması ve özellikle dışişleri bakanının kullandığı garip söylem, Avrupa’da şaşkınlık yaratmaktadır.
Örneğin, HADEP’in kapatılma olasılığı bu şaşkınlığı hem arttırmakta, hem AB mantığına uymamaktadır.
SONUÇ: AKILCI ŞEKİLDE
HAKKIMIZI ARAYALIM
Önümüzdeki manzara budur.
Kopenhag doruğuna (12 Aralık) kadar her adımımızı dikkatli atmak zorundayız.
Gereksiz alınganlıkları bırakmalı ve hakkımızı aramalıyız.
Kopenhag’da istediğimizi elde edemesek dahi, işin arkasına bırakmamalı ve ısrar etmeliyiz.
Tekrar edelim… Kimse kimseye hediye vermez. Önemli olan, almasını bilmektir.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|