İKİ KAMBURUMUZ VAR:
SİYASET ve BÜROKRAT
Gelişmeleri çok yanlış açıdan izliyoruz.
Sürekli ayrıntılarda kalıyoruz.
Hayatımızı oluşturan veya etkileyen olayları küçük resimler şeklinde gözlüyoruz. Günlük yaşadığımızdan dolayı,nereden nereye geldiğimizi geniş bir zaman dilimi içinde değerlendiremiyoruz. Küçük düşünüyor, küçük olaylar arasında kendimizi kaybediyoruz.
Büyük resmi görmüyoruz.
Oluşumların analizini yapamıyoruz. O zaman da nereden nereye geldiğimizi anlayamıyoruz. Durum böyle olunca da sürekli şekilde kötülükleri, hataları ön plana çıkarıyoruz. Kendimizi küçük ve beceriksiz görüyoruz. Toplum olarak mutsuzlaşıyoruz. Hiçbir şeyin iyi gitmediği, herşeyin bozulduğu izlenimi artıyor. Günlük yaşama dar pencereden, küçük resim olarak baktığımız zaman işlerin istediğimiz gibi gitmediği doğrudur. Ancak, Büyük Resme bakarsanız durum değişiyor.
Bir süredir Büyük Resme bakıyorum ve herşeyi çok daha farklı görüyorum.Bunları da sizlerle paylaşıyorum.
Tekrarlamak isterim.
Günlük yaşamdaki eleştiriler yine sürecek; kavgalar, heyecanlar, tepkiler bitmeyecek.
Ancak Büyük Resmin de giderek düzeldiğini unutmamamız gerekiyor.İyi yönetilsek, çok daha kısa süraede hedefe yakınlaşabileceğiz. İyi yöneltilmediğimizden dolayı uzuyor. Yoksa geneline bakıldığında, Türkiye değişiyor. Toplumun değerleri farklılaşıyor.1960-70’leri düşünün ve nereden nereye geldiğimize bakın. İşte o zaman ümidiniz artıyor. Herşeyi karanlık görmekten kurtuluyorsunuz. Aynı zamanda da “neden daha hızlı gidemiyoruz” sorusunu daha ısrarlı şekilde sormaya başlıyorsunuz.
İKİ KAMBURDAN
KURTULMALIYIZ
Bunca yıldır, işim icabı ülkeyi yakından izliyorum. İç – Dış olaylarla birlikte yaşıyorum. Toplumun nabzını tutuyorum. Yeteneklerini, gücünü görüyorum. Türkiye’nin önünü neyin kapadığı çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. İki büyük kamburumuz var ki, bunları düzeltmediğimiz sürece, toplumun gelişmesi yavaşlayacak, ülke’nin ayaklarındaki kelepçelerden kurtulunamayacak.
Biri, siyasi kadrolar, liderler...
Diğeri de bugünkü bürokrasi...
Siyasi kadroların içine düştükleri kısır döngüde yakın tarihimizin 3 darbesinin olumsuz etkilerini hepimiz biliyoruz.
Ancak artık darbeler dönemi kapandı. Politikacıların artık askerin arkasına saklanmamaları gerekiyor. Tam aksine, derslerine iyi çalışmaları, siyasi cesaretlerini geliştirmeleri ve ülkeyi sahiplenmeleri gerekiyor. Onlar sahiplenmedikçe, vizyon vermedikçe, iyi yönetmedikçe sistemdeki çarpıklıklar sürecektir. Toplumu, askerini ön plana çıkaracak ve sürekli olarak politikacısına kızacaktır.
Önümüzü kapatan diğer kambur da, bürokrasının bugün geldiği noktadır.
Yıllar içinde, her yeni iktidar bürokrasiyle oynamış, kendi adamını yerleştirmek için yeteneğe değil, siyasi eğilimine bakmıştır.
Bugün bürokrasımızın büyük bölümü dökülmektedir. Devletin devamlılığını sağlaması gereken bu dev mekanizma, çarkları döndüremediği gibi, dişlilerin arasına çomak sokmaktadır.
Türkiye’nin önüne açmak kolaydır.
Toplumun değişimine ayak uydurduğumuz ve doğru yönlendirdimiz taktirde, bu ülkenin önünde durmak zordur.
Eğer bu iki kambur kendi kendilerine düzelmezlerse zaman içerisinde zorla değişeceklerdir. Bunun başka çaresi yoktur.
BAHÇELİ DOĞRU YAPTI…
Devlet Bahçeli Türkiye’ye son derece önemli bir katkıda bulundu. Belirsizlik içinde kıvranan, nereye gittiğini göremeyen, karmakarışık bir ortamın devam edemeyeceğini saptadı ve düğümü kılıcı ile kesip attı. Kasım ayında erken seçim önerisinde bulunması herkezi rahatlattı. Cin’i şişeden çıkarttı. Bir daha da şişenin içine girmez.
Türkiye artık, bu sonbaharda erken seçime gidecektir.
Doğrusu da budur.
Bahçeli bu kararı, ister “ince politik hesaplarla” almış , ister partisinin çıkarlarını ön plana alıp bu adımı atmaş olsun, önemli değil. Önemli olan, siyasi yaşamdaki tıkanıklığı çözmesidir.
MHP lideri, kişisel hesapları bir yana, iyi bir stranç oyuncusu olduğunu da göstermiştir.
Benim de çok eleştirdiğim “AB’ye karşıt” tutumunu yerleştirdi, siyasi yelpazede kendine yeni bir yer yaptı ve ardından “erken seçim” ipini çekti.
Partisine güvendiğini, DSP ve ANAP’a göre avantajlı olduğunu da gösterdi.
Bu şekilde Türkiye son derece önemli bir adım attı. Kasım başı erken seçim tarihi belirledi.
Neden Kasım?
Neden TBMM hemen karar almıyor ve erken seçim ekim ortası yapılmıyor?
Ne kadar erken yapılırsa, o kadar iyi.
Avrupa Birliği için olsun, Kıbrıs için olsun, bu dertten ne kadar erken kurtulursak o kadar iyi olur.
Türkiye’nin önü, biran önce açılmalıdır.
ZAVALLI EMİN…
Bizim Minik Kuş’un “Mehmet Ali hastalığı” yine nüksetti. Bir ara tedaviye cevap veriyordu, ancak yeni bir atak ile durumu ağırlaştı.(!)
Bu hastalığın geçmişi 1980’lerin son yarısına dayanır.
İlk belirtileri, tamamen dedikoduya dayalı kitaplar yazıp, bunları “bilimsel araştırma” diye halka yutturmaya kalkınca, benim tepki göstermem üzerine başladı ve bugüne kadar sürdü. Hastalığın ilk belirtisini de hala sakladığım bir teleks notuyla bana bildirmişti(!)
Doktorların koydukları teşhis “akut kıskançlık” .
Ne yazık ki tedavisi yok ve her geçen yıl ağırlaşıyor. “Mehmet Ali hastalığı” bu çocuğa, eğer yanılmıyorsam, 50-60 yazı yazdırdı.
Kıskançlık ateşi arttıkça saçmaladı.
İhbarcılık yaptı, tutmadı. Tetikçilik yaptı, olmadı. Yalan yanlış yazdı, yine başaramadı.
Tek derdi, kendinden üstün görüp delicesine kıskandığı Mehmet Ali’ye çamur atmak, onu yıpratmaktı.
Oysa tam tersi oldu.
CNN TÜRK’te. Hem (nefret ettiği) 32.GÜN 17 inci gurur yılını yaşıyor, hem de hergün 17:00-17:30 arasında televizyonların en prestijli MANŞET programını yapıyorum.
Günlük ortalama 400 bin tirajlı POSTA gazetesinde çıkan yazım, aynen Hürriyet’in 110 bin tirajlı yurt dışı baskılarında da yayınlanıyor. Bana da “ o herifle aynı gazetede nasıl yazıyorsun” diyorlar, ancak “ben çok okunan” yazarlardan biri olduğum için, keyifle devam ediyorum.
Bitmedi…
POSTA’daki aynı yazı, Hürriyet’in (günde 250 bin ziyaretçisi olan) internet sitesinde, Milliyet’in aynı büyüklükteki sitesinde, yabancı basın ve gözlemcilerin izledikleri tek kaynak olan Turkish Daily News’un gazetesi ve sitesinde de ( 200 bin ziyaretçi) yayınlanıyor. Ayrıca Herald Tribune, Die Zeit, Le Soir’da yazılar yazıyorum. Türkiye’de Number One va Klass radyoda hergün, İngiliz BBC’de değişik zamanlarda yorum yapıyorum.
Uluslararası konferanslara sürekli çağırılıyorum.
Emin’in gömmek istediği Mehmet Ali, bunları yapıyor. Zavallı Kuş’ta bu manzaraya baktıkça çıldırıyor.
Eğer günün birinde Minik Kuş’u bir hastanede deli gömleğiyle sıkı sıkıya bağlanmış ve kendi kendine “Mehmet Ali… Mehmet Ali …” diye söylendiğini veya CNN TÜRK’ün önünde, üstüne mazot döküp kendini yakmaya kalkarken görürseniz hiç şaşırmayın. Zira durumu gittikçe ciddileşiyor.
KAN DAVASI BİTMEYECEK…
Minik Kuş, Zavallı Emin’e daha uzun yanıt hazırlamıştım. Ancak son gelişmeler nedeniyle bir bölümünü bugüne aldım. Bu hafta, TRT davasındaki çarpıtmalar dahil, bu çocuk ile aramızdaki dünya farkını da anlatacağım. Zira bu kan davası giderek, iki ayrı dünya gürüşünün çatışması haline dönüştü. Daha önce de uyarmıştım. Her dil uzatışında, yanıtını fazlasıyla alacak.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|