ARTIK FARKLI BİR
ÜLKEDE YAŞIYORUZ
Bazılarımız tam farkına varamıyorlar, ancak Türk toplumu büyük bir değişim içinde. Özellikle son 4-5 yılda bu değişim öylesine hızlandı ki, eski dönemleri hatırlayanlar için şaşırtıcı, kimine göre de, korkutucu bir gidiş var.
Bütün değişim içinde payını gerektiği gibi almayan veya alamayanlar ise, bazı politikacılarımızdır. Onlar için tehlike çanları hızla çalmaktadır.
Birkaç örnekleme ile hafızalarımızı canlandıralım.
1956’da Türkiye, dönemin Dünya Kupası Şampiyonu efsanevi Macaristan’ı, İstanbul’da bir dostluk maçında 3-1 yenince, ülke birbirine girmişti, resmi tatil ilan edilmiş, futbolcular Çankaya’da Celal Bayar tarafından madalya ile taltif edilmiş, isimleri sokaklara yazılmıştı. Macaristan, 10 maçlık bir dostluk turunun sonunda, artık yorgunluk ve bıkkınlıktan bitap durumdayken yenilmiş olsa dahi bizim için yeterliydi,
Bir futbol devini yenmiştik.
Bu galibiyeti birbirimize anlatarak, en az 10-15 yıl idare ettik.
1980’lere, Özal’ın Başbakanlığına kadar, Türkiye’nin elle tutulur, doğru dürüst hiçbir Uluslararası başarısı olmadı. Dış dünya ile ilk ciddi teması da 1974 Kıbrıs istilası idi. O da olumlu değil, aksine dış dünya ile sürtüşme getiren bir gelişmeydi.
O dönemde hiçbir uluslararası rekabete girilemezdi. Girilse dahi, daha başlarken “Nasıl olsa kaybedeceğiz. Aman rezil olmadan dönelim” diye yola çıkılırdı. İhracat diye birşey daha keşfedilmediği (!) için, dışarda Türk iş adamına da rastlanmazdı.
Yabancılar, “Kahraman Türk milleti” dedikleri anda kalbimizi çalar, en önemli demeçte “Türk yemekleri ve Türk kadınları çok güzel” olurdu.
“Yabancı ülke”, dar bir elitin, gizli yerlerine doldurduğu ve yakalanma korkusuyla gümrükten geçip, alışveriş yapmak için gittiği; Türkiye’ye bir kaç yıl sonra gelecek yeni vizyon filmlerin seyredilip geri dönüldüğü bir yer olarak algılanırdı.
İÇERDE DE KOPKOYU
BİR ORTAM VARDI…
İçeriye dönüp baktığınızda da, bambaşka bir ortamda yaşanıyordu.
Soğuk savaşın etkisiyle “Sol” sayılan her düşünceye “Kominist” damgası vuruluyor ve aynı sertlikle cezalandırılıyordu. Tabii böyle olunca, resmi politikalara ters düşen her görüş, her yazı veya konuşma derhal susturuluyordu. Sadece “Milliyetçiliği” ve “İktidardaki parti büyüklerini” övmek ve en değişmez niteliklerimizden biri olan, Türk Silahlı Kuvvetlerini yüceltmeye izin vardı. O zaman vatansever olabiliyor, sistemin nimetlerinden yararlanabiliyor, aksi halde sıra dışına itiliyordunuz. Daha ileri giderseniz, kendinizi hapisanede bulabiliyordunuz.
İşkence, doğal bir sorgulama yöntemi olarak görülür, askeri müdahele, her 10 yılda bir yakalanılan, gelip geçici bir hastalık gibi algılanır, zengin olmanın tek yolu da iktirada şirin görünmek ve gereken yerlere yeterli rüşveti dağıtmakla gerçekleşirdi. Türkiye’de sadece Türkler yaşar, Türk olmakla sadece gurur duyulur, resmi törenlerde asker geçerken, ağlanır, Bayrak öpülüp başa dokundurulurdu. Devlete tapınılır ve Ankara’daki büyüklerimiz ne kadar yardım lütfederlerse, o kadarıyla yetinilirdi.
Dağlarda ülkenin hiç gidilemeyen bazı yerlerinde de “Kürt” diye adlandırılan, yine Türk’ten gelen ancak bozulmuş bazı kavimlerin yaşadığı rivayet edilirdi (!). Bu insanların genelde “eşkiyalık” ederek hayatlarını sürdürdükleri sanılır, bazen yollarını şaşırıp kasabalara yaklaştıkları taktirde, asker gönderilip doğru yola getirilirlerdi (!).
İşte böyle bir toplumduk.
BİR DE BUGÜNKÜ
TÜRKİYE’YE BAKIN
Şimdi bir de dönüp bugünkü Türk toplumuna bakın…
İnsan Hakları ve Demokrasisine, eksikleri olmasına rağmen, sahip çıkıyor. Artık Devlete tapınmıyor, aksine devletten “bana yeterince hizmet etmiyorsun” deyip, hesap soruyor. Özel Sektörü ülkenin ekonomik kurtuluşunun sembolü durumuna girmiş ve iş adamları dünya’nın dört bir yanında ihracat için dünya ile yarışıyor.
Bilim adamları, gazeteciler Uluslararası olayları izliyor, giderek dünya’nın bir parçası oluyorlar.
Silahlı Kuvvetler, sadece içerdeki gelişmeleri izlemek ve 10 yılda bir darbe yapmak yerine, dünya’nın dört bir yerinde Uluslararası görev alıyor.
Sporcusu, dünya ile rekabete giriyor, başarı kazanıyor.
Ülke, Avrupa Birliği’ne tam üyelik yarışına giriyor.
Ne büyük bir fark değil mi?
Toplumda artık “Olur mu canım, biz yapamayız” değil, aksine “yaparız” deme alışkanlığı başlıyor.
Bu tempoya ayak uyduramayan iki kesim var. bir bölüm politikacı, hala Milliyetçilik-Vatan-Bayrak üçgeninden kurtulamıyorlar. Farkında değiller ancak, kaybediyorlar.
İkinci kamburumuz da bürokrasi. Büyük bölümü yeteneksiz ve üreticilik yerine tutuculuk şampiyonu olan milyonlarca insan.
Özetle, Türkiye bu iki kamburuna rağmen bambaşka ve çok güzel buir yere doğru gidiyor.
Birde iyi yönetilse, 10 yılda varacağımız noktaya 3-5 yılda ulaşacağız.
Haydi Türkiye…
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|