ŞEMDİNLİ'DE NE OLDUĞUNU
ARTIK BİRİLERİ ANLATMALI...
13 gündür Şemdinli ' de bir şeyler oluyor. Ne olduğunu doğru dürüst bilmiyoruz. Kenarda köşede çıkan demeçlerle geçiştiriliyor. Bir savaş varmış havası yaygınlaştırılıyor. Artık yetkililerin bir an önce ortaya çıkıp, kamu oyuna bilgi vermeleri gerekmez mi?
ŞEMDİNL İ'DE NE OLDUĞUNU
ARTIK BİRİLERİ ANLATMALI...
Şemdinli civarında adeta bir savaş yaşanıyor.
Gazetecilerin giriş çıkışı yasak.
Bölge kuşatma altına alınmış, birlikler sevkediliyor, uçaklar dağları bombalıyor.
Gerçekten ne olup bittiğini anlayamıyoruz. Bir şeyler yaşanıyor da, nedir bu tam olarak bilinmiyor.
O zaman da PKK'ya yakın sitelere girip baktığımızda karşımıza bambaşka bir manzara çıkıyor. Sanki binlerce PKK'lı harekete geçmiş ve bir işgal denemesi yapıyormuş gibi bir izlenim doğuyor. Hele bütün bu olup bitenler, Suriye'de de Kürtlerin hareketlendikleri yolundaki haberlerle birleştirilince, kuşku ve kaygılar artıyor.
Kaç kişiler?
Ne yapmak istiyorlar?
Son durum nedir?
Bu soruların yanıtları yok. Esrarengiz bir hava estiriliyor.
Eğer PKK, gerçekten Şemdinli'yi kuşatmak ve "Kurtarılmış alan" ilan etmek istiyorsa, bunun adına delilik denir. 1990'ların ikinci yarısında da aynı stratejiyi denemişler ve TSK karşısında direnememişlerdi.
Bu defa da aynı olacak.
Peki neden, bile bile böyle bir maceraya giriyorlar?
Ben asıl bu sorunun yanıtını arıyorum.
KOMUTANLAR NEREDEYSE
SADECE DARBE DÜŞÜNMÜŞ...
Eski Genelkurmay Başkanı Özkök'ün mahkemede verdiği ifadeler ile Darbe Günlükleri bir araya getirildiğinde, Ak Parti'yi devirmek için TSK' daki kıpırdamalar çok daha net şekilde ortaya çıkıyor. Zaten kimsenin bir kuşkusu yoktu, bu defa artık tescillenmiş oldu.
27 Mayıs 1960 darbesinden bu yana Türkiye demokrasisindeki Asker- Sivil ilişkilerini incelerim ve aklıma hep aynı soru takılır:
"...Komutanlar acaba asıl görevlerine ne kadar zaman ayırmışlardır ?"
Düşünün, 27 Mayıs İhtilali 1965'lere kadar sürdü.
Ardından, 12 Mart 1971 muhtırası geldi. Onun çalkantıları, ünlü 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası, nihayet 28 Şubat 1997 müdahalesi.
Bunca yıl süresince TSK'nın komuta kademesindekiler, gerçek görevleriyle uğraşmak yerine, iç politikaya zaman harcamışlar. Asıl işlerini astlarına bırakmışlar.
Bugün güçlü bir TSK'ya ihtiyacımız varken, hepimizin bu garipliği de sorgulamamız gerekiyor.
BİR SÜRE İÇİN İZİN
İSTEYEBİLİR MİYİM?
Ağustos ayını bulduk.
Sezon göz açıp kapayana kadar geçti.
Yakında bayram, ardından da sezon yeniden açılacak.
Sizlerden birkaç haftalık izin rica ediyorum.
Hemen geri döneceğim.
Önce ekranlardan uzaklaştım, şimdi de yazıları bırakıp tam bir dinlenme yapayım ki, gelecek sezon rahatça çalışabileyim.
Şimdiden bayramınızı da kutlamak istiyorum.
Sağlıkla kalın...
BEN DE SONER'İN
SUÇ ORTAĞIYIM...
Soner Yalçın'ın Avrupalı parlamenterlere yolladığı yazıyı okudunuz mu?
Zeka dolu ve çok güzel bir mektuptu. "Bu geldiğim noktadan sizler sorumlusunuz, zira gazetecilik ve fikir özgürlüğü konularındaki ilkeleri Avrupa’dan aldık ve uyguladık..." diyerek suç ortaklığını anlatıyordu. Bu mesaj Avrupa Parlamentosu’nda çok yankı yaptı. Konuyla ilgili olan veya olmayanların dosyalarına girdi. Önümüzdeki dönemde birçok raporda, bu mektubun bölümlerini bulacağız.
Soner Yalçın'ın devlete karşı nasıl bir komplo içine girdiğini bir türlü çıkaramadım. İddianameyi okudum. Bunun içinden yargıçların nasıl çıkabileceğini de anlayabilmiş değilim. Mahkemenin sonunu bekliyorum.
Hele serbest bırakılmamasını, davasının tutuklu yürütülmesini vicdanlarımız kabul etmiyor.
“NE ÇEKİYORSUN ULAN?”
Bu, şöhret Türkler arasında giderek çok sık kullanılmaya başlanan bir cümledir.
Fotoğrafçılar ve TV kameramanları sık sık bu terbiyesizlikle karşı karşıya kalıyorlar.
Duyduğum zaman çıldırıyorum.
Bu tipler ikiye ayrılır. Bir bölümü ucuz şöhretlerdir. Magandalıkla, cahillik arasında dolaşan, görgüsüzlükleriyle ön plana çıkanlardır. Yaşadıkları aşkların, çıkardıkları olayların ötesinde verebilecekleri birşey yoktur. Diğer bölümü, yaptıkları veya zenginlikleriyle kamuoyunun dikkatini çekenlerdir.
Önce maganda şöhretlerden başlayalım:
Kardeşim, sen bu fotoğraçılar ve kameramanlar sayesinde şöhret oldun. Onlar olmasa, bugün sokakta kimse kafasını dahi çevirmez. İş bulman bile zorlaşır. Şimdi bu insanlara kötü muamele ederek ne kazanıyorsun ki? Hiç. Tam aksine bizlerin antipatisini arttırıyorsun.
İkinci gurupta bulunanlar da bazı gerçekleri bilmek zorundalar:
Yaptığınız iş (Sporculardan, başarılı sanatçılara kadar geniş bir yelpazeden söz ediyorum) veya zenginliğiniz kamuoyunun dikkatini çektiği andan itibaren, sizler artık medya ile birlikte yaşamak zorundasınız demektir. İstemiyorsanız, ona göre bir hayat sürersiniz. Hayır, ortalara çıkıyorsanız, kameralara da kızma hakkınız yoktur.
Karşınızdaki insanlara "Çekme ulan..." veya "Çekmek için izin aldın mı kardeşim..."gibi kimi ayıp, kimi garip çıkışlar yapmayın. Unutmayın, siz tutumunuz ve varlığınızla kamuoyunun dikkatini çekmeyi tercih etmiş insanlarsınız. Buna alışın ve terbiyenizi takının...
İNTERNET GAZETECİLİĞİNDE
ALARM ZİLLERİ ÇALIYOR...
Hadi Özışık, İnternet Medya Derneği Başkanı’ dır. Ayrıca kurduğu haber siteleriyle ön planda gelen bir habercidir. Geçenler Haber Türk'teki bir demecini okudum.
İnternet haberciliği konusunda alarm zilleri çaldırıyordu.
Eline her lap-top geçirenin gazeteci olamayacağına dikkat çeken Özışık, bazı sitelerin adeta çete gibi hareket ettiğine dikkat çekiyordu.
Son derece önemli bir noktaya parmak bastığından dolayı, üzerinde durmak istedim. İnternet Gazeteciliği giderek yaygınlaşıyor. Hatta, hemen herkesin haber için sabah ilk açtığı internet siteleri oluyor. Bazıları son derece doğru gazetecilik yapıyor. Bazıları ise, ne yazık ki, tamamen spekülasyona dayalı haberler veriyorlar. Ne yazık ki, kötüyle birlikte, iyiler de harcanıyor.
Bu gidişin önünü yasayla veya yasakla almak imkansızdır. Göreceksiniz, kötüler yavaş yavaş elenecek ve sonunda iyiler kalacak...
BAŞBAKAN, OLİMPİYATLARIN
AÇILIŞINI GÖRÜNCE, VAZ GEÇER Mİ?
TRT sayesinde Olimpiyat şölenini izleyebiliyoruz. Özellikle açılış gecesindeki TRT sunucularına da (Zafer Akyol- Cüneyt Kıran) tebrikler. Gereksiz ayrıntılı bilgiyle bizi boğmadılar. Sahnede yaşananları kısaca anlatıp susmasını bildiler. Biz de müziği rahatça dinleyebildik. İngilizceleri ve tercümeleri gayet düzgündü. Devlet kanalı, doğru bir iş yaptı.
İngilizler yaptıkları show ile dünyayı etkileme ve yönlendirme konusunda ne kadar üstün bir toplum olduklarını bütün dünyaya bir kez daha gösterdiler. Yarattıkları tüm değerleri de açıkça taşıdılar. Kraliçe Elizabeth-James Bond- WWW'yi bulan kişi-Beatles- Shakespeare-Peter Pan-Mary Poppins-Harry Potter-Mini Cooper otomobili ve daha neler neler.
Katılımcı ülkelerin geçişi de çok renkliydi. 2 kişiyle katılan Timor Adaları ile neredeyse tüm pisti kaplayan Amerikan-Çin-Rus sporcular arasında fark yoktu. Hepsi aynı alkışı aldılar.
Türk heyeti de pırıl pırıl, neşeliydi. Hepimizin göğsünü kabarttı.
Doğrusu, göğsümü kabartan diğer bir neden, Olimpiyat Oyunları'nın baş sponsoru olan Coca Cola'nın başında bir Türk'ün oluşuydu. Muhtar Kent de bizim bayrağımızı dalgalandırdı.
Benim şimdi merakım, açılışı yerinde izleyen Erdoğan acaba bu işten vaz geçer ve aynı yıl yapılacak futbol şampiyonasına mı talip olur, yoksa İstanbul'un adaylığında ısrar mı eder?
Doğrusu, Londra'yı gördükten sonra, bir köprü tamirinde birbirine giren İstanbul'un bu işin altından nasıl kalkacağını çok merak ediyorum...
MADALYA ALMASAK NE OLUR?
Türkiye oyunlara 114 sporcu ile katılıyor. Olimpiyatlarda yaptığı madalya tahmini genelde tutan yatırım şirketi Goldman Sachs Türkiye’nin 9 kez kürsüye çıkacağını söylemiş.
Hiç çıkmasalar ne olur?
Sporun sadece kazanmak değil, yarışmanın güzelliği olduğunu untumayalım.
Bunu bir milli mesele haline getirmeyelim.
Sprocularımız bizim göz bebeklerimiz.
Hepsine başarılar.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|