Mehmet Ali Birand
 
ACABA, GÜLEN HOCA DÖNMEK İSTER Mİ?
 
 

ACABA, GÜLEN HOCA

DÖNMEK İSTER Mİ?

           

* Başbakan davet etti, ancak bugüne kadar dönmeyen Fetullah Gülen şimdi fikrini değiştirir mi? Kolay bir karar değil. Hele 2014’teki değişimi de dikkate alırsak, hem Gülen’in hem de “Cemaat”in kuşkuları acaba artar mı, azalır mı?

===================================================================

 

ACABA, GÜLEN HOCA

DÖNMEK İSTER Mİ?

 

Başbakan, yıllardan beri Amerika’da yaşayan Fetullah Gülen Hoca’yı “Hasret bitsin artık” diye ülkeye davet etti.

 

Hele de Türkçe Olimpiyatları’nın kapanışında, iyi düşünülmüş, güzel bir jest yaptı.

 

Jest, güzel olmasına güzel de, geri dönüş kararını verebilmek o kadar kolay olmasa gerek. O kadar kolay olsaydı, şimdiye kadar çoktan dönerdi.

 

“Cemaat”in hem görünürlüğü, hem dili hem de etkinliğini gösterme çabası giderek artıyor. İşte böyle bir süreçte, geminin kaptanının binlerce mil uzakta olacağına, burada bulunması gayet tabii daha yararlıdır. Aracılarla yönlendirileceğine, bire bir görüşme yapılması farklıdır.

 

Bunların hepsi mantıklı… Ancak gelin görün ki, işin içinde başka hesaplar da var.

 

Gülen’in Türkiye’ye gelişinde milyonlar tarafından karşılanmasının yaratacağı bir mini depremin etkisi nasıl hissedilir?

 

Sağlık sorunları etkilenir mi?

 

Türkiye’de işin içinde mi olmayı, yoksa olayların dışında kalmayı mı tercih eder?

 

Bu soruların yanıtlarını ararken tabii bir de 2014 sonrasındaki değişimi de hesaplayacaktır.

 

Başbakan’ın Köşk’e çıkması, bir başkasının parti liderliğine oturması, bu ülkede birçok şeyi değiştirecektir. Bilinmeyenlerin listesi de epey uzun.

 

Ben Gülen Hoca’nın bu daveti alınca hemen valizlerini toplayıp İstanbul’un yolunu tutacağını pek sanmıyorum.

 

 

 

--------------------------------İKİ BAŞKENTTE ÖNEMLİ SEÇİM VAR---------------------

                                              

ATİNA’DA DANANIN

KUYRUĞU KOPUYOR…

           

Yunanistan yarın tarihinin herhalde en zor seçimini yapacak.

           

Sandık başına gidecek olan seçmenleri iki seçenek bekliyor. Her ikisi de birbirinden kötü: Kırk katır ya da kırk satır…

           

Sandıktan çıkacak olan sonuçlara göre, Yunanistan ya Avrupa Birliği’nden kopacak ve Euro’dan çıkacak; yani sonu bilinmeyen ve tünelin ucunun ne zaman görüneceği belli olmayan bir girdabın içine girecek. Veya son derece ağır kemer sıkma politikalarına devam edecek.

           

Bu ülke tam beş yıldan beri kriz içinde yaşıyor.

           

Devlet sürekli adam çıkarıyor.

           

İşsizlik yüzde 20’lere vurmuş durumda.

           

Maaşlar azaltılıyor ve yatırımlar durduruluyor.

           

Geçmiş yıllarda har vurup harman savrulmuş ve bugün gerçeklerle karşı karşıya gelinmiş durumda. Toplum infial halinde. Nedeni de, politikacıların hataları sonucu gelinilen bu noktanın faturasının kendilerine ödetilmesi.

           

Ülkeyi dolaştığınızda hep aynı asık suratlarla karşılaşıyorsunuz. O neşeli, eğlenmesini bilen Yunanlılar gitmiş, yerine donuk bakışlarla etrafı süzen veya eline sopayı alıp sokağa çıkan kızgın insanlar gelmiş.

           

Avrupa, kim ne derse desin, Yunanistan’ı kurtarma operasyonunda sınıfta kaldı. Merkel’in “Ne yani, onlar harcayacak, borçlarını biz mi ödeyeceğiz?” şeklindeki basit yaklaşımı, ilk başlarda çok kolaylıkla kurtarılabilecek bir ülkeyi bugün batırma noktasına getirdi.

           

Türkiye açısından bakacak olursak, Yunanistan’ın fakirleşmesi veya istikrarsızlığı bizim aleyhimizedir. Ne ticaret yapabiliriz ne de Ege’de barışı koruyabiliriz. İstikrarsız ülkelerin komşuları da, yine bu istikrarsızlıktan paylarına düşeni alırlar.

           

Bizim için en ideal çözüm, Yunan parasının yine Euro içinde kalması ve yavaş yavaş belini doğrultabilmesidir. Kolay olmayacak, belki uzun sürecek, ancak düzen bozulmayacak ve istikrarsızlık yaşanmayacak.

           

Eskiden, Yunan’ın başına gelen her kötülüğü memnuniyetle karşılardık. Onlar da, bizim için aynı hislerle hareket ederlerdi.

 

Artık dönem değişti.

Artık aynı teknenin içindeyiz. Biri düşerse, diğerleri de hemen etkileniyor…

 

KAHİRE’DE BAŞKANLIK

SAVAŞI YAŞANACAK…

           

Pazar günü, Kahire’de de başkanlık seçimi var.

           

Oradaki durum da pek parlak değil. Tam bir karmaşa yaşanıyor. Hele Anayasa Mahkemesi’ninin, Parlamento’yu feshetme girişimi tüy dikti.

           

Yakından izlediğiniz zaman, Mısır’ın demokrasiye geçiş mücadelesini, bizim 1950-60’larda yaşadıklarımızla karşılaştırdığınız taktirde inanılmaz benzerliklerle karşılaşıyorsunuz. Gayet tabii ki, arada önemli farklar var; ancak genel çizgiler birbirini çok andırıyor.

           

Özellikle Askerin “Abiliğe” soyunması…

           

Komutanlardan aynı açıklamaları duyuyoruz: “Mısır halkı cahildir. Çok kolaylıkla aldatılabilirler. Biz onları ve demokrasiyi koruyacağız…”

           

Bizim de zamanında duyduklarımıza benzeyen yaklaşımlar.

           

Pazar günkü oylamanın sonucu ne yazık ki bu ülkeyi karmaşadan kurtaramayacak. Eğer biraz sabır gösterirler ve askerin müdahalesine imkan vermeden parlamenter yaşamlarını birkaç yıl uzatabilirlerse, işleri kolaylaşacaktır. Aksi halde, demokrasi denemesinin bir felaketle karşılaşması işten bile değil.

           

Türkiye açısından bakarsak: Mısır’ın istikrarının önemi bizim için çok yüksektir. Bu ülkenin karışması, istikrarlaşması sadece içeriyi veya bizimle ilişkileri değil, tüm bölgeyi etkiler. Bunun başında da Filistin sorunu gelir. Bölgedeki dengeler öylesine kurulu ki, taşlardan birinin (hele Mısır gibi en büyük taşlardan birinin) yerinden oynaması, hepimizi sarsar.

           

İşte böylesine tehlikeli bir hafta sonuna giriyoruz.

 

 

TUTUKLU VE İŞSİZ

GAZETECİLERİN ÖDÜLÜ...

 

Ne zaman bir ödül alsam hep aklıma onlar gelir.

           

İşsiz veya tutuklu gazeteciler. Her zaman vardılar. Medyaya ilk adımımı attığım 1964 yılından bu yana hep oradaydılar. Ya solcu-komünist diye suçlandılar, ya kışkırtıcı dendi ya da bölücü. Hep bir kulp buldular. Şimdi geriye dönüp baktığımızda hapishanelerden kimler geldi kimler geçti.

           

Tarih kendini tekrarlıyor.

           

Hürriyet Gazetesi’nin okuyucuların oylarıyla seçtiği Altın Kelebek töreninde ödülümü aynı hislerle aldım. Sahneye çıktığım zaman, bakım herkes yine yerli yerindeydi, ancak onlar yoktu. Kimi işsiz, kimi hapisteydi. Benim için hepsi de gazeteciydi. İster Kürtçü olsun, ister Türkçü. Yeter ki, teröre karışmamış, silahı teşvik etmemiş olsun, yeter.

           

İçim burkuldu.

           

Altın Kelebek’i onlar için aldım.

           

Tüm okurlarıma ve seyircilerime çok teşekkür ederim.

 

 

ALTIN GÜVERCİN

20 YAŞINDA...

           

1986 yılında benim gözlerimin önünde doğdu.

           

O dönemden itibaren çok ünlünün önünü açtı.

           

Kuşadalıları ve bölgeden akın edenleri mutlu etti ve önümüzdeki hafta 20-23 Haziran arasında 20. yaşına basacak.

           

Altın Güvercin bir ara yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Başkan Esat Altungün olmasa da belki kaybolup gidecekti. Ancak o direndi ve sonunda da yaşatmasını bildi.

           

Önümüzdeki hafta tüm güvercinlere kutlu olsun.

 

                                              

KAHRAMAN'IN TUTKUSU...

           

Ben tutkulu insanlara bayılırım.

           

Rüyalarını, tutkularını gerçekleştirebilmek için çırpınırlar ve elde edebilene kadar da inanılmaz bir mücadele verirler. Yapılamaz sanılanları yaparlar, başarılamaz denilenleri başarırlar. Hele işin sonunu getirdiklerinde, tutkularına kavuştuklarında duydukları o tatmin hissi müthiştir.

           

Elimdeki kitabı bırakamadım. Kahraman Sadıkoğlu'nun "Bir Tutkunun Öyküsü" bize ünlü Savarona macerasını anlatıyor. Kahraman’ı tanıyanlar bilir. Zaten elini attığı işi bitirmeden bırakmayan bir insandır. Başından binbir olay geçmiş, ancak hepsinin altından kalkmasını bilmiştir.

           

Ancak, Savarona başka birşey... Kahraman bu projeye el attığında öyle zengin bir insan değildi. Kitabı okurken, şeytanı nasıl deliğinden çıkardığına tanıklık ediyorsunuz. O zaman da koskoca bir BRAVO demekten kendinizi alamıyorsunuz.

           

Harika bir tarihçe...

           

Harika bir anlatım...

           

Ve Arda Uskan'ın gerçekten çok usta kalemi...T avsiye ederim. ([email protected])



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Hadi bir defa başladık...
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…