KANDİL, SİLAH BIRAKACAK;
ANKARA, SİYASETİN
ÖNÜNÜ AÇACAK...
* Son günlerdeki kıpırdanmaların farkındasınız değil mi? Atalay'ın açıklaması ve ardından gelen sinyaller, Kürt sorunuyla ilgili bazı yeni kıpırdamaların başladığını gösteriyor. Henüz yeterince ayrıntı yok, ancak ipuçları var. Daha önceki hayal kırıklıklarını düşünüyorum, bu defa da pek heyecanlanmak istemiyorum...
==================================================================
KANDİL, SİLAH BIRAKACAK;
ANKARA, SİYASETİN
ÖNÜNÜ AÇACAK...
Anlaşılan yeni bazı kıpırdanmalar var...
Yoksa, Atalay ciddi insandır, boş yere CNN TÜRK'te Hande'ye birşeyler olduğunun mesajını vermezdi. Mehmet Altan olsun, Avni Özgürel olsun, Kandil dahil olmak üzere çeşitli merkezden edindikleri izlenimleri bu kadar emin şekilde paylaşmaz ve ümitleri arttırmazlardı.
Benim bildiğim kadarıyla, yine MİT'in başını çektiği, bu defa Barzani'nin daha da etkili şekilde devreye girdiği, Washington'un desteklediği bir senaryo hazırlığı yapılıyor. Hele, CHP'nin son girişimini de bu sürece katacak olursak, işin rengi daha da değişiyor.
Bu gelişmelere bakıp, hemen yarın bir sonuç elde edileceğini sanmayalım. Besbelli yeni bir süreç başlatılıyor.
Benim asıl üstünde durmak istediğim birkaç nokta var.
İlki, PKK ve BDP'nin bu süreci bu defa farklı şekilde değerlendirmeleri gerektiğidir. Artık bugüne kadarki direnme yerine, yeni bir yaklaşımla ortaya çıkmaları kaçınılmazdır.
- Silahları susturmak ve silaha dayalı pazarlık hesabının bir yana bırakılması şarttır.
- Kürdistan kurma çabasından vazgeçilmesinden başka çare yoktur.
Ankara’nın da dikkate alması gereken noktalar vardır.
- Siyasetin önünü açmak zorundasınız. Bunu yapabilmek için de, anayasadan başlayarak, seçim barajına kadar her türlü önlemi almaktan başka çareniz yoktur.
- Ne kadar zor olursa olsun, bir genel af kaçınılmazdır. PKK terörünün önüne geçebilmenin başkaca bir yolu yoktur.
Özetlemem gerekirse: Kandil, silah bırakacak; Ankara, siyasetin önünü açacak.
En son bir uyarım daha var.
O da, eğer gerçekten bir çözüm peşindeyseniz, lütfen gereksiz konuşmayın.
Bundan önceki denemelerin, başarısızlıkların altına baktığımızda hep aynı "Demeç arsızlığı" ile karşılaşıyoruz. Gerekeni söyleyin yeter. Fazla konuştukça hatalar yapıyorsunuz. Her yanlış karşı tarafı kışkırtıyor. Yanlış anlamaları arttırıyor.
Zaten kim daha çok konuşur, kim gizli bilgileri veya konuşmaların bantlarını yayınlarsa, o tarafın çözüm istemediği hemen anlaşılıveriyor.
BİRİNCİYE NEDEN ASKER ÖDÜL VERİR?
Haftasonu bütün gazetelerde bir resim vardi. Adıyaman Üniversitesi 2011-2012 mezuniyet töreninde, 4.875 öğrenci arasından okulunu birincilikle bitiren Hacer Şancı'ya diplomasını ve takdir belgesini, Adıyaman Garnizon Komutanı Jandarma Albay Yusuf Yalçın vermiş. Kiminde büyük heyecan: "İşte artık asker de başörtülü öğrenciyi kabul etti" diyor ve eski günlerin geride kaldığını yazıyor. Kimi "Ne günlere kaldık" gibisinden üzüntü içinde. Neden bu kadar şaşırıldığını anlayamadım. Aslında doğrusu buydu. Benim garibime giden, kimsenin "Birinciye ödülünü neden komutan verdi de, örneğin rektör vermedi?" diye sormaması oldu. Siz ne dersiniz?
ONLAR HAR VURUP HARMAN
SAVURSUN, BİZ NEDEN ÖDEYELİM?
Rahmi Koç'un besbelli, koyu taraftarlığı tutmuş. Gazetecilerle konuşurken, Beşiktaş'a yapılacak bağışların vergiden muaf tutulması durumunda, kulübün bugünkü felaket durumda kurtulacağını ve epey para toplayabileceğini söylemiş.
Önce bir soru: Beşiktaş'ı yıllardan bu yana har vurup harman savurarak bugünkü perişan duruma sokan, hatta UEFA'dan ceza alıp bu yılki şampiyonalardan atılıp, yine milyonlarca euroluk zarara sebep olanlar, yani gerçek sorumlular kimlerdir?
Ardından bir ikinci soru: Şimdi Türk halkı neden o adamların beceriksizliklerinin ceremesini çeksin? Neden onlar hatalarının karşılığını ödemiyorlar?
Bugünkü Başkan Toprak'a gerçekten acıyorum. Hem korkunç bir enkaz devraldı hem de gerçek sorumlulardan hesap soramıyor. Zira eski yönetim ibra edildi bile. Bu felaketi ibra edenler, şimdi ellerini ceplerine atıp kulüplerini kurtarmak için harekete geçmelidir.
Sevgili Rahmi Koç, kendi şirketlerinde böyle bir durumla karşılaşsa ilk yapacağı ne olurdu? Herhalde, önce tepedeki adamı atar, sonra da içeride tam bir reform hareketine girişirdi. Değil mi?
Kulüpler artık kendilerine gelmelilerdir. Başlarına getirdikleri başkanları doğru dürüst seçmeli ve harcamalarının hesabını da sormalılardır. Yoksa onun bunun parasını harcayarak yöneticilik yapma zamanı artık bitmiştir.
İKİSİNE DE HİÇ YAKIŞMIYOR...
Son haftalarda, tanınmış iki isminin kavgasını duyuyoruz sürekli. Kan davası gibi. Karşılaştıkları yerde sille tokat birbirlerine giriyorlar. Kişiliklerine hiç mi hiç yakışmıyor. Ayaydın ile Tüzmen'in anlaşmazlıkları olabilir. Birbirlerinden nefret de edebilirler. Ancak ikide bir yumruklaşmaları, ardından televizyonlarda "Bir daha gelsin bak haddini nasıl göstereceğim" tehditleri savurmaları ayıp kaçıyor.
Bu iki insanı kamuoyu yakından tanıyor. Biri hala milletvekili, bakanlık yapmışlar, uluslararası camiada dostlukları olmuş. Şimdi acaba o kişiler, bu haberleri okuyunca ne kadar şaşırıyorlardır, değil mi ?
Beyler, siz mahalle çocuğu değilsiniz. Zamanında size değer verip, oylarımızla seçtiğimiz insanlarsınız. Bu çocuksu itişme hiç yakışmıyor.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|