PKK VURDUKÇA, ERDOĞAN
SERTLEŞİYOR, BARIŞ UZAKLAŞIYOR…
* Her geçen gün PKK’nın çözüm istemediği veya ne istediğini tam anlamıyla bilemediği konusundaki fikrim daha derinleşiyor. Hala silah kullanarak, insanları öldürerek hedefine ulaşacağına inanıyormuş gibi bir tutum içinde. Türk toplumunun artık suikastlerden eskisi kadar etkilenmediğini dahi göremiyor. Bu tutumuyla barıştan kaçtığı izlenimi artıyor.
PKK VURDUKÇA, ERDOĞAN
SERTLEŞİYOR, BARIŞ UZAKLAŞIYOR…
Öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki, PKK’nın ne yapmak istediğini, nasıl bir politika gütmeyi planladığını anlayamıyorum. Karma karışık bir manzara ile karşı karşıyayız.
Eskiden, Ankara’nın kafası karışıktı. Her kafadan bir ses çıkardı. Çankaya başka bir havada, Genelkurmay bambaşka bir görüşte, Hükümet ise farklı bir yaklaşımda oldu. Bu durum artık değişti. İlk defa Ankara’ dan, uzun süredir, ortak ses çıkıyor. Politikalar tek bir elden çıkıyor. Tek patron, Başbakan Erdoğan.
Eskiden PKK’ dan tek ses çıkardı. Tek patron Abdullah Öcalan’dı. Şimdi bakıyorum, inişli çıkışlı bir politka var. Hemen her kafadan bir başka ses çıkıyor. Özellikle İmralı’dan 10 aydır ses çıkmıyor. Daha doğrusu, diyalog yasaklandı. Kimseye izin verilmiyor. Bu karantinanın ne kadar süreceği de belli değil. Kandil ve Avrupa’daki PKK merkezinden farklı sesle çıkıyor. Ne dedikleri, ne istedikleri de tam olarak anlaşılamıyor.
Bu arada BDP’ye güvenmedikleri de çok belli oluyor. Parti, şaşkın durumda. Çırpınıp duruyorlar ancak tutarlı bir politika üretemiyorlar. Zira ne yapacaklarını tam anlamıyla bilemiyorlar.
Bütün bu karmaşanın arasında, PKK orada bomba patlatıyor, şuraya mayın döşeyip insan öldürüyor. Gençlerine molotof kokteyli attırıyor. İşin kötü yanı, bu tip girişimlerin eskisi gibi kamuoyunu etkilemediğinin ya farkında değiller veya kendi kadrolarını memnun etmek için saldırı düzenliyor.
Ankara, bu suikastlere önem vermiyor. Aksine, Ak Parti’nin son sertlik politikasının haklı olduğunu gösterdiğinden dolayı, kimilerini memnun dahi ediyor. PKK vurdukça, iktidar partisi daha sertleşiyor. Terörle müzakere etmeyeceğini, olsa olsa BDP ile masaya oturacağının mesajlarını giderek arttırıyor.
Kamuoyu rahatsız oluyor, ancak eskisi gibi gerilim yaşanmıyor. İnsanlarda garip bir alışma hissi oluşuyor. Hükümete desteklerini arttırıyorlar.
Bütün bunlara karşılık, Ankara giderek Barzani ile yakınlaşıyor. Kandil giderek yanlızlaşıyor, yani sonuçta marjinalleşiyor.
Kim kazanıyor, kim kaybediyor?
Asıl kaybedenin PKK olduğu açıkça ortada. Zira Türkiye’de ve uluslararası camiada farklı rüzgarlar esiyor.
Devletin ayakta duracak gücü var. Buna karşılık, giderek değişen Orta Doğu haritasında, PKK elindeki kartları gerçek değerlerinden daha fazla sanıyor ve buna göre oynuyor.
Bence yanılıyor. Zaman, aleyhlerine çalışıyor.
Ankara bu durumu, galiba daha doğru değerlendiriyor. Bundan dolayı da, çözüm konusunda acele etmiyor…
KÜRTAJ VE SEZERYAN’I
DÜNYA DA TARTIŞIYOR…
Başbakan Erdoğan’ın son konuşmalarında kürtaja ve sezeryana karşı çıkması bazı kesimlerde “İşte gördünüz mü, yine dinci yanı ortaya çıktı. İrtica hortladı…” şeklinde yorumlandı.
Bence çok yanlış bir değerlendirme.
Dünyanın hemen her yanında bu tartışma yıllardan beri sürüyor. Muhafazakarla liberaller arasında muazzam bir savaş yaşanıyor.
Başbakan’ın bu konuya yaklaşımının muhafazakarlığından mı kaynaklanıyor, yoksa uzun vadeli genç nüfus avantajını kaybetmemek için bir süredir tırmandırdığı 3 çocuk kampanyasının bir parçası mı, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da kürtaj ve sezeryanın büyük bir komplo olduğu yolundaki sözlerine katılamadığımdır.
Kürtaj gerçekten çok tartışmalı bir konu. Acaba, sakat doğacağını bile bile, hayatı ona zehir etme pahasına “Allah’ın verdiği hayattır…” deyip dünyaya getirmeli mi?
Çok zor bir karar.
Sezeryan ise daha farklı.
Saatlerce ağrı çekmek yerine, ameliyatla çocuğu aldırma modası çok yaygınlaştı. Artık zorunluk değil, ağrı çekmemek için ameliyat olunuyor. Bu da vücudu yıpratıyor, yeniden çocuk yapmayı geciktiriyor.
Tabii yasaklamalarla bu işin önüne geçilmez. Komplolara inanmak yerine, kamuyu bilgilendirmekten başka çare yoktur.
BİR İSTANBUL EFENDİSİNİ
DAHA KAYBETTİK…
Orhan Boran bizim kuşağımızın yıldızlarındandı.
Onun gibi son derece kibar, son derece güzel Türkçe konuşanımız yoktu.
Galatasaray Lisesi mezunu olduğundan dolayı bizim “Ağabeyimiz” idi. Nerede görsek hemen yanına gider ve esprilerini dinlerdik. Radyolarımızın etrafına birikip YUKİ’sini dinlemek veya Eczacıbaşı’nın İPANA diş macunu için hazırladığı skeçlerini, bilgi yarışmalarını izlemek büyük keyifti. Yıllarca boyunca bizi güldürdü. Hiçbir zaman da, şimdikiler gibi, maganda taklitler yapmadı ya da küfürlü esprilerle insanları eğlendirmek gibi işin kolayına kaçmadı. Çok para kazanamadı belki, ancak etrafındakilere neşe saçmasını bildi.
Bir gün dahi karşısındakileri kırdığını görmedim. Gazetelerde, hakkında olumsuz bir tek haber çıkmamıştır.
O daima bizim “Orhan ağabeyimiz…” olarak kalacak ve öyle anılacak.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|