YSK, şimdi ortaya çıkıp “Biz siyaset yapmayız. Yasalar ne diyorsa onu uygularız” diyor. Ancak, daha önce bu konuda yapılan başvuruda neden uyarıda bulunmadıklarını, aynı durumda bulunan diğer örnekleri “fark etmemişiz” diye nasıl geçiştirdiklerini, gerektiğinde yasaları yorumlayarak farklı sonuçlar çıkarttıklarını görmezden geliyor.
YSK bu yaklaşımıyla, zaten kıpır kıpır olan Güneydoğu sokaklarına -bilerek veya bilmeyerek- benzin döktü.
Kürtleri siyaset dışına ittiğimiz sürece, sokakların ateş alacağını, Kandil’e çıkışların daha da artacağını hala anlayabilmiş değiliz.
Belki de, “derin devlet” hala reflekslerimizde yaşıyor. Kafalarımıza girmiş, farklı düşünmemizi engelliyor. Derin devlet ölmedi, hala yaşıyor.
İktidar ve meclis BDP'ye sahip çıkmalı
Eğer Türkiye, iktidarı, muhalefeti, medyası, askeri ve iş çevreleriyle birlikte, Kürt sorununu alevlendirmek istemiyorsa, bu duruma mutlaka bir çözüm bulmalıdır.
Örneğin, Leyla Zana’nın Meclis’e girmesini sağlamak, Türkiye’nin niyetini gösterir. Soruna, demokrasi içinde çözüm arandığının işaretini verir.
Başbakan Erdoğan da, Kürt sorununu ne kadar ciddiye aldığını, seçim sonrasında çözüm için ellerinden geleni yapacağını göstermiş olur.
BDP, inadına seçime girmeli
BDP’de bu gelişmeye bakıp, fevri kararlarla seçimi boykot etmemeli. Unutmamaları gerekir ki,TBMM’de bulundukları sürece davalarını demokrasi şemsiyesi altında savunabiliyorlar. Uluslararası inandırıcılıkları ve meşruiyetleri artıyor. Aksi halde, sadece ateş topuna dönmüş sokaklarda verdikleri demeçlerle yetinmek zorunda kalacaklar ki bu, davalarını tamamen güvenlik boyutuna oturtacak. Bu da, sorunu çözmek istemeyen ve savaşın sürmesini arzulayanları çok memnun edecek.
Gelin, bu saçmalığı hep birlikte çözelim...
Kürt kamburundan kurtulamayan Türkiye, cüce kalmaya mahkumdur...
Lütfen artık ciddileşelim ve önümüzdeki manzaraya bakalım.
Bölge birbirine giriyor.
Nereye baksanız alev alev.
Libya’nın durumu ortada...
Suriye karmakarışık ve Şam patlarsa, en büyük darbeyi biz alacağız...
Mısır, henüz nereye gittiğini gösteremiyor...
İran’ın etkinliği giderek artıyor.
Bütün bu kaotik ortamın içinde Türkiye, bir istikrar adası gibi parlıyor.
Ekonomimizle övünüyoruz. Avrupa’yı dahi, bizim kurtaracağımızdan söz ediyoruz. Herkesin bize imrenerek baktığını yazıyoruz.
Bunların hepsi belirli oranlarda doğru, ancak asıl önemlisi, bu durumun sürdürülebilir olmasıdır.
Türkiye, sırtındaki Kürt sorunu kamburunu taşıdıkça, bu hastalığı çözmek için aktif bir politika izlemediği sürece, ne bölgenin yıldızı olabilir, ne de ekonomik büyümesini bu tempoda devam ettirebilir.
“Kürt meselesi”, 75 yıldır kan akıtıyor; ve bugün öyle bir noktaya gelindi ki, sorunun bu şekilde idare-i- maslahat ile sürdürülemeyeceği apaçık ortada.
Beğenelim veya beğenmeyelim, bu ülkeyi Kürt kökenli vatandaşlarımızla paylaşmak ve onları yönetime dahil etmek zorundayız.
Neresinden bakarsanız bakın, başka bir çıkış yolu göremezsiniz.
Bu ülkeyi cüce bırakmak istiyorsak, Kürt sorununa sırt çevirelim ve başka yerlere bakalım. Kürt kamburu, bizi sadece küçültecek, birbirimize düşürecektir.
Önümüzdeki en büyük olanak da, seçimler sonrasında hazırlanacak olan yeni anayasa ile ortaya çıkacaktır. Bu treni de, kısır siyasi çekişmeler ve pısırıklıklarla kaçırırsak, ülkemizi tekrar küçültürüz.
AKP, şimdiye kadar gelen siyasi iktidarlar içinde, bu sorun konusunda en cesur adımları atan partiydi. Türkiye, seçim sonrasında bütün ümidini, AKP’nin eski cesaretini yeniden kazanıp kazanamayacağına bağladı.
Türkiye’yi cüceleştirmeye hiçbirimizin hakkı olmamalı.