Perşembe akşamı Önder Sav ile çok uzun bir görüşme yaptım. Karşımda gücünden emin, ne dediğini ve istediğini bilen birini buldum. Kavga istemiyor. Partiye zarar verecek çatışmalardan kaçınmakta kararlı. Parti içinde, gücünü hissettirecek ve sesini duyuracak. Kılıçdaroğlu ve ekibi artık seçimi düşünmeye başlamalılar.
Perşembe akşamı 32.GÜN ve Kanal D Ana Haber için, CHP depreminin kilit adamı sayılan Önder Sav ile uzun bir görüşme yaptım. Fazla konuşmadığı, hele TV’lere çok nadir çıktığından dolayı, son derece değerli bir kaynaktı.CHP’nin 10 yıldır Genel Sekreterliğini yapmak, karakutusu olmak, hiç kolay bir şey değildir.
Sav, dışarıdan bakıldığında, derin CHP’nin temsilcisi, koltuğunu kaybettiğinden dolayı müthiş kızmış ve partide Kılıçdaroğlu’na karşı dehşet bir savaş açmış kişi olarak görülüyordu.
Önder Sav’ı dinledikten sonra, işin pek de bu kadar basit olmadığı izlenimini edindim. Gücünden emin, ne dediğini bilen, belki demode ancak ilkeleri olan bir yöneticiyle karşılaştım.
Kılıçdaroğlu ile ten uyuşmazlığı olmuş. Çok açık ve net konuştu. Belki içi farklı, ancak dış görünüşü ikna ediciydi.
İzlenimlerimi şöyle sıralayabilirim:
- Defteri kapatmış. Parti için ayaklanma veya direnme, hele hele hiçbir şekilde kavgayı sürdürme niyetinde değil. Savaşarak çekilme gibi bir yaklaşımı yok.
- Ancak köşesine çekilip, küsüp sesini kısmaya da hiç niyetli değil. Kişisel gücünden de emin. Tüzük konusundaki hukuki mücadelesini sürdürecek. Partinin izleniminden dolayı da çok rahatsız.
- Kılıçdaroğlu’na kırgın, hatta kızgın. Bu yönetim şekli ve ekiple partinin başarılı olacağına inanmıyormuş gibi bir tutumu var.
Sonuç olarak, önümüzdeki günlerde, Tüzük Kurultayı için ısrar edip etmemeye karar verecek. Gerektiğinde, seçim sonrasına dahi bırakabileceğini hissettim.
Bundan sonra, CHP’de itiş kakışlar, hukuki kavgalar ile karşılaşabiliriz, ancak büyük deprem geçti. Geriye, Kılıçdaroğlu ile ekibinin kolları sıvaması, yaraları sarması ve sadece 7 ay sonraki genel seçimleri hesaplamaları kalıyor.
Eğer, seçimlerde kötü bir sonuç alırlarsa, CHP’de tekrar kılıçlar çekilecek ve yeni bir hesaplaşma yaşanacaktır.
KIRAÇ’LARIN İSTANBUL’A HEDİYESİ....
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, İstanbul’a inanılmaz bir hediyedir. Bir elmas parçası gibi ışıl ışıl parıldıyor. Bu müzeyi bize veren Kıraç ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır.
İşte son hediyesi: Çarlık Rusya’sından sahneler.
Rus Devlet Müzesi koleksiyonundan, 19. Yüzyıl Rus Klasikleri Sergisi.
Müthiş bir sergi.
İlya Repin, Venetsianov, Pavel Fedotov, Vasiliy Perov, Nikolay Yaroşenko, Vladimir Makovski ve Kasatkin gibi dönemin en büyüklerine ait 65 eser ilk defa Türkiye’de sergileniyor.
Serginin Küratörleri, Rus Devlet Müzesi müdür vekili Evgenia Petrova ve Tayfun Belgin.
Mutlaka gidin görün (www.peramuzesi.org.tr) bayılacaksınız. 20 Mart’a kadar sürecek. Çarşamba günleri de öğrencilere ücretsiz.
BEYKOZ BELEDİYESİ'NE TEŞEKKÜR EDERİM...
Oturduğum sitede bir hafta içinde, evimizin kıymetlisi iki küçük Apso Lapso köpeğimiz, arka arkaya ölümden kurtuldular. Birinin bağırsakları çıktı, ayak adaleleri koptu, ameliyatla hayatta kalabildi, diğerinin de kafası parçalanmak üzereyken kurtarabildik.
Bu felaketin sorumlusu da, komşumuzun dev Kurt köpeği idi. Sabıkalı bir hayvandı, bahçedeki çocuklara dahi saldırdığı için sık sık şikayet edilirdi.
Defalarca rica etmiştik, köpekler birbirleriyle daima dalaşabilirler. “Önemli olan, büyük ve güçlü olanın ağzına bir maske konmasıdır” dedik. Dinletemedik...
Köpeği olanlar ve hayvan sevenler, bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. İnsanın canı çok yanar. Bizim de canımız çok yandı ve ilk aklımıza gelen de, Beykoz Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü oldu.
Belediye’den Abdurrahman Fidancı ve Veteriner Hekim Turgut Özdemir imdadımıza yetişti. Kurt köpeğinin kuduz olup olmadığını kontrole geldiler ve gereken tüm önlemleri aldılar.
Buradan Beykoz Belediyesi'ne ve Veteriner İşleri Müdürlüğü'ne açıkça teşekkür etmek istedim.
Bir başka teşekkür borcum da Animallia Hastenesi’ne (www.animallia.com ) ve veteriner hekim İlhan Gökgöl’e.
Hayvan sevgisi olup da tedavi veya bakım yaptırtmak isteyenlere de bu hastaneyi özellikle tavsiye ederim.
YETER ARTIK, BIRAKIN YOUTUBE’ UN YAKASINI...
Youtube bu çağın bir devrimidir.
Günde yaklaşık 20-25 milyon kişi ziyaret eder. Her gün 1 milyar video izlenir. Böylesine inanılmaz bir dünyadır. Ancak bu dünyaya sırtını dönen ve hala geçmişte yaşayan Türkiye, tutumunda ısrarlı. İki buçuk yıl süren bir yasaklamanın ardından, tam aydınlığa çıktığımızı sanmıştık ki, bu defa Deniz Baykal’ın videolarının siteye konması üzerine, gelen şikayet nedeniyle Ankara 11'inci Sulh Ceza Mahkemesi'nin saygı değer yargıçları Youtube’un yeniden yasaklanmasına karar verdiler.
Nedeni de ortada: Yasalar böyle emrediyor!
Biz bu yasalarla hiçbir yere gidemeyiz.
Hala ikinci dünya savaşı döneminin kafasıyla yapılan yasalarla yaşıyoruz. Savcı ve yargıçlarımız da, böylesine çağdışı yasaları yine çağdışı yorumlar getirerek uyguluyorlar.
Deniz Baykal’ın videosunun bir siteye konması nedeniyle, Ankara 11'inci Sulh Ceza Mahkemesi’nin saygı değer yargıçları, Youtube’a erişimi yeniden yasakladı.
Bravo doğrusu...
Kimi cezalandırdığınızı sanıyorsunuz?
Youtube’u değil, bizleri cezalandırıyorsunuz.
Hangi ülkeler yasaklama yapıyor biliyor musunuz?
Çin, Fas, Tayland, İran, Pakistan, Libya ve Türkiye.
Yüz karası bir durum değil mi?
Utanılacak bir noktadayız.
Geri kalan ülkelerde, Youtube’da kimlerin neleri dolaşıyor, buna rağmen kimse yasaklamıyor. Dünya’nın en ünlülerinin en açık saçık videoları sitelere taşınıyor ve kimse kılına bile dokunamıyor.
Türkiye de yasaklamamalı.
Buna kimsenin hakkı olmamalı.
Ancak her şeyden önce yasaların değişmesi gerekiyor. Bu yasalarla bizim çağı yakalamamıza imkan yok. Bu nedenle Ak Parti’ye de fena halde kızıyorum. Zira, yasaları kolaylıkla değiştirebilecek güçleri olmasına rağmen, kıllarını kıpırdatmıyorlar.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın harekete geçmesini bekliyoruz.
Yeter artık, bizi üçüncü dünyanın karanlıklarına hapsetmeyin.
YETMEDİ, DAĞA TAŞA YAZACAĞIM...
Herkese söyledim, Kanal D Ana Haber’e konu ettim, Twitter’e not düştüm, Posta’da ki dostlar haber yaptılar. Yetmedi, bugün köşeme alıyorum. “Görmemişin oğlu olmuş” diye alay edebilirsiniz.
Tabii, görmemişin torunu oldu. Bende elime tefi aldım, dört mahalle dolaşıyorum.
Aslına bakacak olursanız, Umberto Ali Birand’ın benden yıllar sonra, bunları görmesini istediğim için, elimden gelse dağa taşa yazacağım: Benim nur topu gibi bir torunum oldu.
Umur benim tek oğlum. Tek oğul ne demektir, bilen bilir. En kıymetlisidir. Eşi Caterina’da dünya güzeli bir insan. Her torun sahibi gibi, Cemre ile birlikte, aileye yeni gelen bu insana aşık olmamanın imkanı var mı?
Onun mutlu, sağlıklı ve şanslı olmasını diliyorum.