Mehmet Ali Birand
 
AB ERTELEMEZ, BİZE ERTELETİR(!)
 
 

AB ERTELEMEZ,

BİZE ERTELETİR(!)

 

PARİS

 

Siz bu satırları okurken Avrupa Komisyonu Türkiye ile müzakere yöntemini kararlaştırmış olacaktı.  Gelen ilk işaretler Komisyonun 17 Aralık 2004’teki AB doruk kararına sadık kaldığı şeklinde. 

 

Bu iyi bir haber.

 

Ancak bundan sonra, bu belge üye ülkeler tarafından tartışılacak ve  büyük olasılıkla sağına soluna zorlaştırıcı cümleler eklenecek.

 

Bu tip yaklaşımlara aldırmamak lazım. Biz kendi işimize bakalım, yeter.

 

                                                                       *

 

Fransa dahil olmak üzere, Avrupa’da, referandum krizinin temel sorumlusunun ekonomik durum olduğu, Türkiye faktörünün krizi hızlandırıcı bir rol oynamanın ötesine  geçmediği inancı giderek yerleşiyor. Şimdi tartışılan nokta, Türkiye ile müzakerelerde nasıl bir tutum takınılacağı.

 

Acaba, hiçbir şey olmamış gibi davranıp “ne yapalım, 3 Ekim sözü verdik, şimdi bu sözden dönemeyiz” diyerek yola devam mı edilmeli, yoksa kamuoyundaki tepkileri de yatıştıracak şekilde, müzakereleri ertelemek veya yavaşlatmak yoluna mı gidilmeli?

 

Komisyon’daki genel eğilim, 3 Ekim’de müzakerelere mutlaka başlanması şeklinde. 3 Ekim randevusunun, referandum gerekçe gösterilerek ertelenmesinin, bu defa Türkiye ile bir kriz yaratmak anlamına geleceğine inanılıyor. Tabii Komisyon’da bunun aksini düşünenler de var. Onlar ise, mutlaka ertelenme gerektiğini söylüyorlar.

 

Üye ülke başkentlerindeki durumda aynı.

 

Önemli bölümü 3 ekim’de müzakere açılması gerektiğine inanıyor. Türkiye’ye en kuşkucu bakanların başında gelen, Alman muhalefet lideri Merkel dahi, şimdiye kadar hiçbir şekilde Türkiye ile müzakerelerin ertelenmesi gereğini ağzına almadı.

 

Müzakerelerin başlaması veya başladıktan sonraki sürecin güç geçeceği, krizler çıkacağı ve yavaşlatılmak isteneceği biliniyor ve bekleniyor.

 

Peki bu nasıl olacak?

 

Avrupa Birliği hangi mekanizmaları, hangi gerekçeleri kullanarak süreci yavaşlatacak?

 

AB Komisyonunun nasıl çalıştığını biliyorum ve bizi nelerin beklediğini de tahmin edebiliyorum.

 

 

AB, SÜRECİ

BİZİ DURDURTUR

 

Hepimizin bilmesi gereken bir temel yaklaşım vardır. O da,  Avrupa Birliği hiçbir zaman “biz görüş değiştirdik, bundan dolayı müzakere açmaktan vazgeçtik” demeyecektir. Böyle bir sorumluluk altına girmez. Verdiği sözün arkasında durmamak, güvenirliğini tehlikeye atmak istemez.

 

Buna karşılık, eğer kafasında bir erteleme veya yavaşlatma varsa, bizim bir fırsat yaratmamızı bekler. Türkiye öyle birşeylar yapmalı ki, AB “böyle bir durumda  müzakerelere başlamak veya müzakereleri sürdürmek imkansızdır. İlkelerimizle bağdaşmaz” desin ve istediğini elde etsin...

 

Nasıl bir gerekçeden söz ediyoruz?

 

Kopenhag Kriterleri ön plana çıkarılacaktır.

 

Dikkat edecek olursanız, daha şimdiden şikayet listesi kabarıyor. AB Komisyon yetkilileri sık sık, Türkiye’nin uygulamalarda yeterince adım atamadağına dikkat çekiyorlar.

 

Azınlıklar konusundan başlayalım, işkence iddialarından, Güneydoğu, Kıbrıs’a kadar uzayacak bir dizi sorun...

 

Tabii bu arada bizlere de rahat batacağından dolayı, elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Mutlaka birşeyler yapıp, AB’ye koz vereceğiz.

 

Koz vermesek dahi, bir de derin devletin görünmeyen elleri var. Türkiye için ne zaman duyarlı bir devreden geçilse, hemen hareketlenen gizli eller, ortalığı karıştırmakta birebirdirler.

 

SONUÇ: HERŞEY

BİZE BAĞLI

 

Sonuç olarak, 3 Ekim gününe kadarki gelişmeler ve 3 Ekim sonrasındaki gelişmeler tamamen bize bağlıdır.

 

Türkiye, kendini bir yol kazasına kurban etmek istiyorsa, hiç mesele yok. Bunu kolaylıkla gerçekleştirebilir. Birkaç demeç, bir iki olay yeter.

 

Aksine, Türkiye3 Ekim’e kadar kazasız belasız gitmek, ardından da müzakere sürecini sessiz sedasız yürütmek istiyorsa, o zaman atılacak her adıma dikkat etmek gerekiyor.

 

AB ile ilişkilerin geleceği, büyük ölçüde Ankara’nın tutumuna bağlı.

 

Ankara istediği taktirde gürültü ve kriz çıkarabilir. İsterse müzakere sürecinin askıya alınmasına yol açabilir. İsterse hızlandırabilir.

 

Son derece önemli bir ince ayar gerekiyor. Birilerinin tüm iç-dış gelişmeleri izlemesi ve tek elden “kriz yönetimini” yürütmesi gerekiyor.

 

Ülkemizin yönetimindeki savrukluk ve karmaşa, böyle bir ince ayarı tehlikeye düşürecektir. Eğer Ali Babacan, ekibine bu konuda yetenekli kişileri alır ve gereken dikkatin sarfedilmesi için özen gösterirse, üstesinden gelinebilir. Daha doğrusu riskler azaltılabilir.

 

Aksi halde AB, istediği anda oyunu istediği gibi tek başına oynar, bizler de seyrederiz.



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Hadi bir defa başladık...
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…