Avrupa kamuoyuna kendimizi bir türlü anlatamadığımızdan yakınırız. Bizi sevmediklerini, bundan dolayı da AB'ye almayacaklarını iddia ederiz. Buna karşılık, hiçbir zaman “acaba biz nasıl bir izlenim yaratıyoruz” diye kendi kendimizi sorgulamayız.
Avrupa ile ilişkilerimizin en zayıf halkası, Avrupalının tutumudur. Sokaktaki insanların Türkiye hakkındami görüşleri , “Türk” denince akıllarına ne geldiği…
Medya'daki hava da aynıdır.
İlkokul'dan başlayarak, tüm eğitimleri boyunca, tarihten kalan kötü bilgiler, olumsuzluklarla dolu bir “Türk” imajı ile büyüyen Avrupalılar, olgun yaşlarına geldiklerinde zaten ön fikirli oluyorlar. “Türkiye” denince kafalarının arkasında menfi veya sevimsiz bir resim veya bilgi verisi doğuyor.
Böyle bir birikimle yüklü Avrupalı, Ermenilerin Soykırım iddialarını kolaylıkla kabul ediveriyorlar. Hiç sorgulamadan “Türkler nasıl olsa yapmıştır” diyerek benimsiyorlar.
Bütün bunlara, Askeri Darbeleri, Kıbrıs'ı, İnsan Hakları ihlallerini, özellikle işkence iddialarını eklediğiniz zaman karşınıza kötü bir görüntü çıkıyor:
“… Çatık kaşlı, militer, İnsan Hakları ve Demokrasiyi hiçe sayan, etrafı tehdit eden, Avrupalı ile kültür farkı olan…”
Biz kendimizi böyle görmüyoruz.
Bu şekilde görenlere de kızıyoruz.
Kendimizi tanıtamadığımızı söylüyor veya Avrupalıları Türk düşmanı olmakla suçluyoruz.
Buna karşılık kendimizi hiç sorgulamıyoruz.
Geçmişteki kötü anıları hesaba katmıyoruz. Hatalarımız olup olmadığını da düşünmüyoruz. Hep kendimizi haklı görüyoruz.
Bütün bunlara, Avrupa'da Avrupalılarla iç içe yaşayan Türk vatandaşlarımızla ilgili günlük olayları da eklemek gerekiyor. Almanya başta olmak üzere, AB ülkelerinde çıkan gazetelerde, TV'lerde sık sık şöyle haberler yayınlanıyor:
- Türk baba'nın dehşeti. Lautrach kasabasında, 34 yaşındaki Murat Dirgen eşini ve üç çocuğunu yakmak istedi.
- Kızı, Alman flörtünden ayrılmayınca üç kardeş Mehire'yi kurşuna dizdi. Aile namusunu temizlemek için bunu yaptıklarını söylediler.
- Huppen kasabasında soykırıma benzeyen cinayette iki aşiret'e bağlı gruplar birbirlerine girdiler. Türkler arası olayı Alman polisi güçlükle bastırdı. 9 kişi öldü, 25 kişi yaralandı.
- İsviçre ve Hollanda bahçede ve yol kenarında kurban kesen 52 Türk aileyi mahkemeye verdi.
NE YAPALIM, HERŞEYİMİZ İLE FARKLIYIZ…
Kabul edelim ki bizler farklıyız.
Avrupa'lının dünyası farklı, bizim dünyamız farklı. Bu fark yıllar içinde giderek azalıyor, ancak yine de yeterli değil.
Avrupalı'yı suçlamak yerine (suçlanması gerekenler de var tabii) biraz daha tarafsız şekilde bakarsak, kendimizi de onların yerine koyup değerlendirirsek, gerçeklere belki daha fazla yaklaşırız sanıyorum…
BİR YUNANLININ SEÇİLMESİ İYİ OLDU…
Avrupa Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına Yunan Merkez Bankası'nın (Lucal Papademos) atanması, Türkiye açısından olumlu bir gelişme olarak algılanmalı.
Şimdi, bazı okurlarımın kızdığını hissediyorum. Bir Yunanlı'nın Türkiye'ye ne yararı olabileceğini düşündüğümüzden eminim. Her Yunanlı'nın Türkiye'ye zarar vermek isteyeceğine inanıyor olabilirsiniz.
Bence yanlış düşünüyorsunuz…
Eskiden, doğrudur, her Yunanlı'nın görevi -her Türk'ün görevi olduğu gibi- karşı tarafa (Türkiye'ye) zarar vermekti. Yıllarımız birbirimize zarar vermeye çalışmakla geçti. Birbirimizden başarılı şekilde yaraladık. Sonunda baktık ki, hiçbirimiz birşey kazanamamışız.
Bugün, Lucas Papademos'un Avurpa Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına atanmasını memnuniyetle karşılıyorum. Zira çok iyi biliyorum ki, Papademos Türkiye'nin sorunlarını, bir Alman veya İngiliz Başkan Yardımcısından daha iyi bilecektir. Türkiye'yi daha iyi anlayacaktır. Türkiye'nin bir sorunu olduğu taktirde farklı yaklaşacaktır.
Eğer eskide yaşıyorsak, eskisi gibi düşünüyorsak, Avrupa Merkez Bankası Başkan Yardımcılığına bir Yunanlı'nın seçilmesini kıskanabiliriz.
Eğer yeni dünya'da yaşamak istiyorsak, o zaman başka düşünmek zorundayız.
Ne dersiniz?
KASET SAVAŞININ ÖĞRETTİKLERİ…
Tayyip erdoğan'ın 1992'de yaptığı bir konuşmanın kasetleri bizi eskilere götürdü. Kasetlerdeki sözlerin içeriğine girmek istemiyorum. Bunların fikir özgürlüğü çerçevesinde mi ele alınması yoksa sert cezalandırma mı getirmesi önümüzdeki dönemlerin tartışma konularından biri olacaktır. Kopenhag kiriterleri çerçevesinde bu tip gelişmelere nasıl bakılması gerektiğine birlikte karar vermemiz gerekecek.
Ancak kaset olayı tüm topluma ve özellikle de politikacılarımıza bir gerçeği hatırlattı.
- Türkiye kavgaların ülkesi olmak istemiyor. Gerilimli ortam yaratmak tepki yaratıyor.
- Din, politika malzemesi olarak kullanılmayacak.
- TSK'ya hakaret kabul edilmeyecek.
- Bu unsurlar son derece önemli.
Kopenhag kriterlerine uyum sağlansa dahi, bu unsurlar hiçbir zaman ortadan kalkmayacak.
İşte bu çerçevede bakılınca, politikacılarımızın unutmamaları gereker bir nokta giderek netleşiyor. O da, söylenen sözlerin unutulmadığı ve enirde sonunda ortaya çıktığıdır. Eğer belirli konularda görüş birliğine varılabilir ve bu kurallara uyum sağlanabilirse, eski kaset kavgaları da tarihe karışır. Tarihe karışması da gerekir.
Geçmişi artık geride bırakmamız ve yeni bir uzlaşı ortamına girmemizin zamanı çoktan gelmiştir.
Toplum olarak geçmişte yaşamaktan sanki hoşlanıyormuşuz gibi bir havamız var. oysa, geçmişi unutmadan artık geleceğe bakmamız gerekiyor…
PERİNÇEK'İN İNCİLERİ
Doğu Perinçek'in ne yapmak istediğini anlayabilene brava doğru.
Dünkü Hürriyet'te, Aydınlık Hareketinin üst düzey yöneticilerinden Gül Zileli'nin “Havariler” adlı kitabından alıntılar yayınlandı.
Zileli, Doğu Perinçek'in eski kurmaylarından biri. 1970'lerde Perinçek'in, Yunanlı Mao'cularla neler planladığını anlatıyor. 12 Adaların Yunansitana verilmesinden tutun da, MİT ile yakın ilişkilerine kadar bütün kirli çamaşırları sergileniyor.
Kime ve neye hizmet ittiği bilinmeyen Perinçek'in ilk olayı değil… PKK ile işbirliği çabaları, Türkiye'de Kürtlerle bir Federasyon kurma çalışmaları, 11 Eylül'ü gerçekleştiren El Kaydacıları övmesi, ardından bütün bunları bir yana bırakıp, AB ile ilişkilerin genişletilmesini destekleyenleri vatan haini ilan etmesi…
Perinçek'in Türk siyaset yaşamına tek katkısı, kavga etmek, etrafa çamur atmak.
İşin ilginç yanı, bütün bunlardan sonra, ortaya “Türkiye'nin bağımsızlığını koruyan lider” olarak çıkması.