TÜRKİYE’NİN BÜYÜK BİR SARKO
SORUNU VAR...
Türkiye’nin Nicholas Sarkozy adlı bir sorunu var. Adeta kişisel bir tutkusu var. Türkiye’nin Avrupa Birliğine yürüyüşünü engellemek isteyen, Türkiye’ye AB’de 2 inci sınıf bir yer verilmesini politikalarının en önüne yerleştiren bir lider. Türkiye ile AB kesilmemesini, ancak yolun sonunda tam üyelik yerine, özel statü verilmesini istiyor. “Kültür farkını, ve Asya’da bulunmamızı” gerekçe elinden gelen her zorluğu çıkarıyor.
Önce, müzakerelerde tam üyeliğe gidişi yavaşlatmak için 5 paragrafı durdurdu. Ortak Bildirilerde “tam üyeliği çağrıştıran” cümleleri engelledi. Akdeniz ülkelerini içerecek yeni bir birlik oluşturup, Türkiye’yi diğerlerinin arasında eritme planını devreye soktu.
Nihayet, bugün Fransız senatosunda oylanacak olan, Türkiye’nin tam üyeliğine referandum zorunluğu koşulu koyan değişikliği getirdi.
(Ancak dikkat edelim meclisten geçen bu değişiklik önerisi senatoda tepki ile karşılandı. Bugünkü oylamada iptal dahi olabilir. Bu da, Sarkozy’nin politikalarına son derece önemli bir tepki anlamını taşır.)
Bu yaklaşımı, Fransa’ya şimdiye kadar Türkiye pazarında 5 milyar dolarlık ihale kaybına mal oldu. Önümüzdeki yıllarda, bu rakkam en az 4-5 misli artacak.
Peki neden?
Fransa gibi büyük bir ülke neden böyle davranıyor?
Ve Türkiye nasıl tepki göstermeli?
“TÜRKİYE’Yİ KIŞKIRTMAK
İSTİYOR...”
Bundan bir süre önce, Fransa’nın eski Ankara Büyükelçilerinden biriyle yemek yiyorduk. Türkiye’yi çok iyi tanıyan ve Fransız diplomasisinin pırıltılı isimlerinden biriydi.
“Sarkozy Türkiye’ye ne yapmak istiyor?” diye sordum.
Gülümsedi.
“Sizi provoke etmek (kışkırtmak) istiyor” dedi ve devam etti:
“Sarkozy’nin kişiliğinde provakatörlük vardır. Türkiye’nin, özellikle de Erdoğan’ın soğukkanlı olmadığını hesaplıyor ki, böyle hareket ediyor. Türklerin tepesinin atmasını istiyor.”
Sarkozy’nin gerçekten böyle bir politikası var mı, bilinmez. Ancak, AB’deki HAYIRCI cephenin bu yaklaşımı benimsediği apaçık görülüyor.
Kendileri HAYIR diyemeyeceklerini biliyorlar, Türkiye’nin tepesini attırıp AB sürecini engellemesini bekliyorlar. Ancak, Erdoğan tam tersine, ters dahi olsa gelişmeleri büyütmüyor. Dram haline sokmuyor. Tam aksine, kabaran sinirleri yatıştırıyor. Son derece akılcı davranıyor.
Son dönemlerde, Sarkozy’nin anti-islam yaklaşımları da dikkati çeker oldu. Katolik yani depreşiyor.
Peki, neden?
Sarkozy neden böyle davranıyor?
Fransız uzmanlara bunu sorduğumda şu yanıtı aldım:
“Birçok nedeni var ancak, Sarkozy, özellikle milliyetçileri yanına çekmek istiyor. Bunun bir yolu da, AB genişlemesine karşı çıktığı izlenimini vermek. Bu da, Türkiye’yi engelemekten geçiyor. Zira Türkiye, genişlemenin sembolü oldu... Diğer bir neden, katolik çoğunluğa sempatik görünmek. Bu da İslam’a sırt dönüyormuş kanısını yaymak. Bunu da, Türkiye’ye hayır diyerek sembolleştiriyor...”
Aralık AB doruğunda, Türkiye ile “üyelik” veya “katılma” gibi kelimeleri yan yana getirtmeyen Fransız diplomasisi şimdi yeni bir söylem geliştirmeye başladı.
“...Biz istediğimizi elde ettik. Bundan böyle, müzakereleri engellemeyeceğiz. Hatta bizim başkanlığımızda, geri kalan başlıklarda başlıklarda önemli hızlanmalar göreceksiniz” diyen bir üst düzey Fransız diplomatı, Paris’in Türkiye ile ilişkilerinde ince ayarın başlatıldığına dikkat çekti.
Yeter ki biraz da Türkiye kalkınsın, reformlarını hareketlendirsin. Ali Babacan’ın kulakları çınlasın.
FRANSA, TÜRKİYE’Yİ
ENGELLEYEBİLİR Mİ?
Sarkozy’nin politikası, Türkiye’yi Avrupa Birliği dışında tutmak değil. Hele Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırmak hiç değil.
Sarkozy, Türkiye’nin Tam Üyeliğini, hem kendi ideolojik ve politik görüşleri, hem de Fransa’nın uzun vadeli stratejik çıkarlarını korumak için engellemek istiyor. Ancak, Türkiye’yi kaybetmemek için de, Tam Üyelik yerine, İmtiyazlı Üyelik veya Akdeniz İşbirliği çerçevesine sokmayı arzuluyor. Yani, Türkiye içerde olmasın, ancak tümüyle de kaçmasın. Kucak kucağa yaşanmasın, kol kola yürünsün. Aynı ev paylaşılmasın, Türkiye konağın yanındaki müştemilat’da veya çalışanların kaldıkları orta büyüklükteki binada yaşasın. Tabii, Türkiye de buna razı değil.
Peki, Fransa bu tutumunu yıllarca sürdürebilir mi?
Hayır, sürdüremez. Daha doğrusu sürdüremez. Zira Fransayı yönetenler akıllı insanlardır ve Türkiye’yi bir kalemde silmek istemezler.
Ayrıca bugünkü kalkınma hızını ve ekonomik performansını devam ettirebilirse, Fransa Türkiye’yi engelleyemez.
Türkiye uzun vadede kazanır.
Unutmamak gerekir ki, Avrupa’nın yıllık kalkınma hızı +/- yüzde 2’ler civarındadır.
Türkiye’nin kalkınma hızı ise yüzde 5-7 arasındadır. 10-15 yıl bu tempo devam ettiği taktirde, AB Türkiye’ye kapılarını açmak zorunda kalacaktır. Ekonomik eşitsizliğini gidermiş bir Türkiye’yi kimse durduramayacaktır.
Böyle bir ekonomik performans, Avrupa’nın en çok korktuğu “işçi akımı olacağı” kaygısını da azaltacaktır. Zenginleşmiş bir Türkiye’nin hem doğum oranı, hem işsiz oranı normale inecektir.
Diğer bir unsur, Çin-Rusya veya Hindistan gibi devlerin Avrupa ile (ekonomik veya siyasi) sürtüşmeye girme olasılığı da, Türkiye’nin AB gözündeki “güvenlik” boyutunu arttıracaktır.
Son nokta, Türkiye’ye “HAYIR” demek, İslam dünyasını dışlamak, Avrupa’da yaşayan milyonlarca müslümana ters bir mesaj vermek anlamına gelecektir. Bunu, Fransa veya diğerlerinin göze almaları güçtür.
Özetle; Türkiye isterse...
Türkiye, koşulları yerine getirirse...
Türkiye, sinirlenmeden oyunu kurallarına göre oynarsa, ne Monsieur Sarkozy ne de Madame Merkel bu ülkeyi engelleyebilir.
Peki, Sarkozy’i bugünkü politikalarından vazgeçmeye nasıl zorlayabilir veya ikna edebiliriz?
Buna yanıtımı yarınki yazımda bulacaksınız.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|