Mehmet Ali Birand
 
İKİ SEÇENEĞİMİZ VAR: KAVGA VEYA ANLAYIŞ
 
 

İKİ SEÇENEĞİMİZ VAR:

KAVGA VEYA ANLAYIŞ

PARİS

 

Önümüzdeki dönemde, Avrupa Birliği ile son derece duyarlı bir müzakere sürecine gireceğiz. Artık karşımızda, 17 Aralık 2004’teki Avrupayı bulamayacağız. Hepimizin tanıdığı veya tanıdığını sandığı  Avrupa yok. Referandumlarla sarsılan, ardından da derin bir iç hesaplaşma, kendini arama sürecine giren bir Avrupa ile karşı karşıyayız.

 

Eskiden kararları hükümetler alırlar, krizleri onlar çıkarırlar  ve uzlaşıları da yine onlar bulurlardı. Herşey kapalı kapılar  ardında pişirilir, kamuoyu bu oyuna dahil edilmezdi. İşte bu yaklaşım da değişti.

 

Herşey altüst oldu.

 

Oyunun kuralları yeniden oluşturulacak. Yeni değerler, yeni hedefler, yeni yöntemler bulunacak. Zira AB sistemi yaralandı. Temel ilkeler hala geçerli, ancak bu defa kamuoylarındaki kuşku ve kaygıların giderilmesi gerekecek.

 

Avrupa halkı korkuyor.

 

Avrupalı, yabancıların gelip işlerini almasından korkuyor. Sosyal güvencelerini kaybetmekten ve zenginleşememekten ürküyorlar.

 

İşte böyle bir Avrupa ile müzakere masasına oturacağız.

 

Pazarlık ederken de, sadece kendi çıkarlarımızı değil, kendi çıkarlarımız kadar, karşı tarafın duyarlıklarını, gereksinimlerini, kuşku ve kaygılarını da hesaba katabilirsek  başarılı olabiliriz.

 

Ne demek istediğimi, örnekleriyle anlatmak isterim:

 

1 inci SEÇENEK:

 

SADECE KENDİNİ GÖZETMEK

 

Müzakerelerde benimsenebilecek seçeneklerin biri, nalıncı keseri gibi herşeyi kendimize yontmaktır.

 

Örneğin, Serbest Dolaşım...

 

Türkiye, serbest dolaşım konusunda son derece sert olur. Daha önceki uygulamaları, AB’nin diğer adaylara gösterdiği esnekliğin aynını ister. Macaristan veya Polonya’nın elde  ettiklerinden bir dirhem geri adım atmaz. Elde edemediği taktirde de kriz çıkarır, müzakereleri askıya almaya kadar gider.

 

Örneğin fonlardan yararlanma...

 

Türkiye, 15-20 yıl önce üye olmuş İspanya, Yunanistan veya Portekiz gibi, yapılacak yardımların en üst düzeyde tutulması için büyük uğraş verir. Beklentilerini elde edemediği taktirde de, ipleri gerer. Yine krizli bir sürece girer...

 

2 inci SEÇENEK

 

ANLAYIŞ GÖSTERMEK

 

Büyük bir kriz içinde çalkalanan Avrupa ile müzakerelerde sergilenebilecek ikinci seçenek, karşı tarafın sorunlarını iyi anlayıp ona göre uzlaşı formülleriyle ortaya çıkmaktır. İstediğimizi elde edemeyeceğimizi bildiğimiz belli başlı konularda, karşı tarafın duyarlıklarını hafifletecek çözümleri bulmak, Türkiye’ye yarar sağlayacaktır. AB’nin HAYIR deyip kapıyı kapatması yerine, onları rahatlatacak formüller, kapıları açacak, müzakerelerin havasını değiştirecektir.

 

Aynı örnekleri tekrarlayalım...

 

AB’nin en büyük korkularından biri, Türk işçisi  istilasına uğramaksa, Türkiye’nin elde edemeyeceğini bilmesine rağmen, sırf “ne amansız pazarlık ettik” cakası satmak yerine, bu korkuyu  dağıtacak formüllerle ortaya çıkması bize puan kazandıracaktır.

 

AB kamuoyundaki yersiz kuşku ve kaygıları dağıtacaktır.

 

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

 

AB toplumları için Türkiye çok büyük bir lokmadır. Yutulması, hazmedilmesi güç ve aynı zamanda çok pahalıya mal olacak bir bir ülkedir.

 

Bizlerin Avrupayı sarsmak, halklarını rahatsız etmek için tam üyelik peşinde koşmadığımızı da en iyi şekilde yine bizler anlatabiliriz.

 

Maksimalist (herşeyin en fazlasını istemek) davranmak, kendi bindiğimiz dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır.

 

Biliyorum şimdi bazı okurlarım “ne yapalım yani, daha ödün mü verelim? Ne isterlerse kabul mü edelim?” diye tepki gösterecekler  ve beni teslimiyetçilikle suçlayacaklar.

 

Oysa benim anlatmak istediğim şey bambaşka...

 

AB ile müzakerelerin başarılı geçmesine ve Avrupadaki havanın dağılmasına yardımcı olmak istiyorsak (ki, bu özellikle bizim çıkarımızdır), o zaman 2 inci seçeneği tercih etmeliyiz.

 

AB ile köprüleri atmak, müzakerelerin ertelenmesini sağlamak amacında olanlara ise 1 inci seçeneği tavsiye ederim.

 

Bağcıyı mı dövmek , yoksa üzüm mü yemek istiyoruz?

 

Bağcı dövmek kolaydır. Ancak kavgadan çıkarların zafer çığlıkları kısa sürer. Dayak attıklarını sandıkları kişiler  kadar zarara uğradıklarını hemen anlayıverirler. O zaman da iş işten geçmiş olur...



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Hadi bir defa başladık...
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…