Dünkü yazımda, Fikret Bila’ nın yazdığı Komutanlar Cephesi kitabından söz etmiştim. PKK terörüyle mücadeleden aktif rol almış, 10 Genelkurmay Başkanı ve Bölge Komutanlarının yaptıkları açıklamaların analizini yapmıştım.
Siviliyle Askeriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu mücadelede sınıfta kaldığını, yanlış yaklaşımlar, yanlış anlayışlar sonucu bugünlere geldiğimizi anlatmıştım.
Bugün de, nereden nereye geldiğimizi tartışmak istiyorum.
Genelde, Kürt Sorununda tehlikeli gelişmeler yaşadığımız söyleniyor. Ülkenin bölünmek üzere olduğu, Kürtlerin Cumhuriyetin temellerini torpillemeye çalıştıkları, yazılıp söyleniyor.
Acaba ?
Acaba hala herşeyin başladığı 1984’ten bugüne kadar hiçbir şey değişmedi mi?
Bence çok şey değişti.
Fikret Bila’nın da, Komutanlarla yaptığı söyleşi dizisi ardından vardığı sonuca katılıyorum.
Bakın neden?
Bağımsız birleşik devletten yola çıkmıştı...
Öcalan’ın yazdıkları ve demeçlerini taradığınız zaman, 1980’lerde yola çıkış sürecinde en sık duyulan hedef “Bağımsız Birleşik Büyük Kürdistan Devleti” idi.
Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürtlerin birleşmesiyle yaratılacak olan Büyük Kürdistan Devleti projesinin en önemli halkası Türkiye idi. Ancak, Öcalan zaman zaman Bağımsızlık yaklaşımını yalanlayan bir tutum sergilemesine rağmen, genel inanış yolun sonundaki hedefin değişmediği şeklindeydi. Bu hedefin gerçekleştirilmesinin yolu da, silahlı terör ve halkın ayaklanmasıydı.
Öcalan, yaklaşımındaki ilk değişikliği 1995’te, TSK’nın karşısında silahlı bir başarı elde edemeyeceğini anlayınca, Siyaset unsurunu ön plana çıkarmasıyla geldi. Silahlı mücadeleye devam edilirken, siyasi yaklaşım yavaş yavaş öne çıkar oldu.
En önemli değişikliği ise, 1999’da mahkemesi sırasında ortaya attı: Demokratik bir Cumhuriyet’te, Kurucu iki Ulus olarak yaşamak.
Ardından bir adım daha ilerledi ve “Kürt Kimliğinin tanınması ve Kültürel Haklar” ön plana çıkarıldı. Türkiye’nin kurucu unsuru olarak Kürtlerin de sayılması da bir ara dolaştırıldı. En son “Farklı Kültürlere Anayasal Güvence” formülünü de unutmamamız gerekir.
Bugün gelinen nokta, kültürel haklar
İşte bütün bu değişimlerden sonra, 2000’li yıllara bakarsak, Kürtlerden kaynaklanan isteklerde, şöyle bir manzara ile karşı karşıyayız:
- Kürt Kimliğinin Anayasada tanınması.
- Ana dilde eğitimin sağlanması.
- PKK’ya siyaset yapma imkanı ve Yerel Yönetimlerle Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri.
Bütün bu değişimlere rağmen, PKK’nın hala Bağımsız bir Birleşik Kürt Devleti peşinde koştuğunu söyleyenler var, ancak yine de gelinen nokta ve gerçekler, PKK’nın çıktığı noktadan bugün geldiği nokta arasında muazzam bir mesafe olduğunu gösteriyor.
Türkiye'de, nereden nereye geldi?
Türkiye’de, 1970 - 80 yıllarındaki “Kürt yoktur, dağ Türk’ü vardır”yaklaşımından bugün geldiği noktaya bakacak olursak, hayretler içinde kalabiliriz.
Kürt varlığını reddeden, Kürtçe konuşmayı dahi yasaklayan resmi politikalar, bakın bugün hangi noktada. Hele bunu PKK’nın beklentileriyle karşılaştırırsak çok çarpıcı bir sonuç çıkıyor:
- Kürt varlığı resmen tanındı. Kürtçe serbest bırakıldı. Konuşma ve yayın yapma hakkı tanındı. Sadece Kürt kimliği Anayasaya yazılmadı.
- Ana dilde resmi eğitime izin verilmedi, ancak Kürtçe öğrenilmesi serbest bırakıldı, engeller kaldırıldı.
- Kürtlere siyaset yapma hakkı tanındı.
- Yerel Yönetimlere özerklik verilmedi, ancak Kürtler yerel seçimleri kazanıp kendi kendilerini yönetir oldular.
İşte gelinilen nokta bu...
Dikkat edecek olursanız, giderek bir ortak noktaya varılıyor.
Arada henüz farklar olmasına rağmen, taşlar giderek yerine oturuyor. Karşılıklı olarak esneklikler gösteriliyor, hatta eski pozisyonlardan ödünler veriliyor.
Geriye sadece PKK’nın durumu kalıyor.
Şu sıralarda asıl bunun kavgası yaşanıyor.
PKK yöneticileri kendilerini güvence altına almaya çalışıyorlar. Bunca yıl mücadele ettikten sonra satışa gelmemek için terörü ayakta tutmaya çalışıyorlar. Ancak giderek eridiklerinin de farkındalar.
Özetle, karşılıklı atılacak 1-2 adım ile bu işi bitirecek noktadayız.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|