BU İŞ KAVGASIZ
HALLEDİLMEYECEK
PARİS.
İçine girmeden, bir süre yaşamadan Fransız kamuoyundaki, daha doğrusu Fransız elitindeki “Türkiye karşıtlığını “ anlayabilmek gerçekten imkansız.
Fransada öğretim üyeliği yapan Nilüfer Göle anlatırdı da, kendi kendime “artık bu kadarı da olmaz “derdim. Meğer olurmuş, hatta daha da fazlası olurmuş.
Fransızların Türk toplumuna karşı değil, Türkiye’nin Avrupa ailesine girmesine, onlarla eşit düzeydeki bir statüye kabul edilmesine itirazları var. Bunu kabullenemiyorlar. İçlerine sindiremiyorlar.
Derine inerek incelediğiniz taktirde, neden böyle bir tutkuları olduğu ortaya çıkıyor. Türk, Fransızlar için Avrupa’nın değil, Orta Doğu ve Asya’nın bir parçası. Avrupa ile tarih boyunca hep savaşmış bir güç.
Tarih kitaplarındaki TÜRK imajı, Osmanlılardan bu yana yaşananlar ve bunca yıldır oluşan psikolojik etkenler Fransız kamuoyunda artık öylesine yerleşmiş ve derinleşmiş ki, bunların kısa sürede ve kolaylıkla değişmesi çok zor.
Yapılan tartışmalara bakıyorsunuz, kullanılan gerekçeleri dinliyorsunuz ve inanılmaz bir direnç ile karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz.
Acaba bu direnç ikna yoluyla, tanıtım ve bilgilendirme ile değiştirilebilir mi?
Hiç sanmıyorum.
Mutlaka kampanya yapılmalı, ancak Nilüfer Göle’ nin de dediği gibi, kafaların değişmesinin Fransız eliti ile kavgasız gerçekleşmeyeceği bilinmeli. Bu kavgayı da Türkiye değil, daha çok Fransız Cumhurbaşkanı ve hükümeti yapmak zorunda kalacak. Zira, Türkiye kavgasının temelinde bir de iç politika gerekçeleri yatıyor.
Chirac’a kendi partisinden muhalif olanlar Türkiye’ye HAYIR diyerek muhalefet yapıyorlar. Muhalefet partileri de, Türkiye karşıtı bir poltika uyguluyarak iktidarı yıpratmaya çalışıyorlar.
Anlayacağınız, hem tarihi ve kültürel nedenler, hem de iç politika oyunları Türkiye üzerindeki pazarlıklarda yoğunlaşıyor.
Başkan Chirac’ın yaklaşımı da, etrafı yıkıp dökmeden Türkiye’ye EVET denilmesinden yana. Bundan dolayı her konuşmasında birkaç noktayı ön plana çıkarıyor:
- Türkiye’ ye 40 yıldır söz verdik. Avrupalılıklarını kabul ettik. Helsinki de adaylıklarını açıkladık. Bu saatten sonra tutum değiştiremeyiz. Kopenhag kriterlerine uyum sağladıkları Komisyon raporuyla saptanırsa, müzakereleri başlatmak zorunda kalırız.
- Müzakereler çok uzun sürecektir. Yani Türkiye’ nin tam üyeliği yarının işi değildir. O gün geldiğinde oturur yeniden değerlendiririz.
Chirac’ın bu yaklaşımını diğer liderler de benimsemiş durumdalar.
Türkiye’nin tam üyeliği için zamana ihtiyac duyulduğunu saklamıyorlar, ancak Müzakereleri başlatmamazlık edemeyeceklerinin de farkındalar. Bundan dolayı kamuoyları karşısında zaman kazanabilmek amacıyla, “Bugün tarih verelim, sonra düşünürüz. Nasıl olsa, tam üyelik zamanı geldiğinde biz iktidarda olmayacağız. Bırakalım başkaları bu kavgayı yapsınlar” havası içindeler.
Emin olun, Türkiye’nin tam üyeliği, Türkiye’nin AB koşullarına uymasından çok, Avrupayı zorlayacaktır. Avrupa için kafalardaki Türkiye imajını veya tabusunu yıkmak çok daha güç olacaktır. AB kamuoylarının Türkiye’yi kabul etmeleri ve hazmetleri çok uzun yıllar alacaktır.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|