Mehmet Ali Birand
 
AĞZI OLAN TÜRKİYE’Yİ KONUŞUYOR
 
 

AĞZI OLAN TÜRKİYE’Yİ

KONUŞUYOR

BRÜKSEL

 

Bütün bu haftayı Brüksel’ de geçirdim. 17 Aralık gününe kadar da artık buralarda kamp kuracağım.Doğrusunu söyliyeyim çok keyifli bir dönem geçiriyorum.

           

Herkes Türkiye’den söz ediyor.

           

Kimi umacı görmüş gibi davranıyor. Korkulu gözlerle bakıyor, sanki  “ne işleri var bu adamların aramızda” dediklerini görür gibi oluyorum. Aslına bakacak olursanız, belki böyle düşünmüyorlar, ancak bizler öyle sanıyoruz. Her neyse, Türkiye doruğuna (17 Aralık) kadar da bu şekilde sürecek.

           

Yıllarım dışarda geçti. Türkiye ile ilgili tüm gelişmeleri yerinde izledim ve böylesine bir ilgi odağı olduğumuzu hatırlamıyorum.

           

Reklamın kötüsü  yoktur.

           

Doğru. Eskiden neredeyse varlığımızın dahi farkında değillerdi. Türkiye sadece, ya bir askeri darbe veya deprem veya kötü- karanlık algılamalara neden olacak olaylarda gündeme gelirdi.

           

Bugünkü umacılık hissi varsa, tamamen o eski günlerdeki kalıntılardan kaynaklanıyor. Ancak şimdi Türkiye’den söz ediliyor, değerleri tartışılıyor. Koskocaman bir ülke adeta yeniden keşfediliyor.

           

Amma şöyle, amma böyle...

 

Türkiye gündemde ya...

 

 

 

 


 

TÜRKİYE, İÇ POLİTİKA

MALZEMESİ

 

Biz Avrupa’daki tartışmaların bir bölümüne bakıp kararımızı veriyoruz:

           

“ Bu adamlar bize düşman...Bizi istemiyorlar... Bizi sevmiyorlar “

           

Söylenen sözleri, açıklanan tutumları öylesine ciddiye alıyor, öylesine kişiselleştiriyoruz ki, sanki Avrupa bize karşı birleşmiş ve kellemizi istiyormuş gibi bir izlenim çıkıyor.

           

Oysa işler hiçte bizim gördüğümüz gibi değil.

           

Herşeyin başında, yapılan tartışmanın önemli bir bölümü iç politikadan kaynaklanıyor. Türkiye’nin tartışıldığı her ülkede , bu tartışmanın önemli bir bölümü iç politikayı kapsıyor.

           

En tipik öreneği de Fransa’da yaşanıyor.

           

Türkiye tartışmaları hem solu, hem de sağı böldü. Chirac, Türkiye’yi sosyalistleri bölmek için kullandı. Bir de baktı ki, kendi partisi içindeki muhalifleri, Türkiye konusunu kullanıp Başkan’a karşı bayrak açtılar. Sağ da bölündü.

           

Almanya’da, Avusturya’da, hatta belli ölçülerde Benelüks ülkelerinde de aynı durum var.

           

Bundan dolayı, bazı sözlere ve tutumlara kulağımızı kapamalı, fazla ciddiye almamamız gerekiyor.

 

 

 

 

 


BİZ, STRATEJİDEN SÖZ EDERKEN,

AB BUGÜNÜ DÜŞÜNÜYOR

           

Avrupa’nın çeşitli başkentlerindeki konferansları, seminer veya kollog’ları dolaşıyorum ve hayretler içinde kalıyorum.

           

Bizler bambaşka bir dünyada yaşıyor, bambaşka bir boyutta düşünüyoruz, Avrupadakiler ise tümüyle başka bir dünyada yaşıyor ve başka bir boyutta düşünüyorlar.

           

Biz, Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasını çeşitli açılardan değerlendiriyoruz. Genel stratejilere bakıyoruz. Çin gibi bir devin uyanışına dikkat çekiyoruz ve Avrupa Türkiyesiz yoluna devam ederse, ilerde küçük bir grup olmanın ötesine geçemeyeceğini vurguluyoruz.

           

Büyük düşünüyor veya komplo teorilerine daha yatkın olduğumuzdan dolayı, daha soyut sonuçlar çıkarıyoruz.

           

Türkiye’ye kapı açılmadığı taktirde, bir dinler çatışmasının çıkabileceğini belirtiyoruz. Müslüman dünyasının bu tutumdan sonuç çıkaracağını ve bunun da iki din arasındaki huzursuzluğu arttıracağını vurguluyoruz.

           

Avrupalı sözcülerın önemli bir bölümü ise, tam aksine olaya günlük yaşam açısından bakıyor.

           

Türkiye’nin katılması durumunda, işlerini kaybedeceklerini düşünüyorlar. Orta ve küçük boy Türk şirketlerinin rekabetinden zarar edeceklerini hesap ediyorlar. Türkiye’nin AB organlarında kaplayacağı yerin büyüklüğüne bakıp, kendi kayıplarını görüyor ve rahatsız oluyorlar.

           

Birbirinden böylesine farklı iki dünyada yaşıyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1940’LARDAN TRİBÜN GÖRÜNTÜSÜ

 

Sürekli futbol teröründen söz ediyoruz. Ayakkabılarının altına bıçak saklayanlar, tribünlerde sille tokat kavga edenler, efrafa küfür edenler gündemde. Geçenlerde Güneş Sezer Barlas hanımefendi yollamış, yukarıdaki resim 1940’ların kapalı tribününde çekilmiş. Soldan sağa,Cemile Garan  (sonradan çok sevdiğim kayınveldem oldu), Fenerbahçe’nin ünlü “Maginot Faruk’u (Faruk Barlas) ve eşi  Eyman Barlas ve eşinin kızkardeşi  Ezher Diri. Manzaraya dikkat eder misiniz, insanlar kravatlı, hanımlar süs püs içinde. Bir de bugünkü pespayeliğe bakın...

 

 

 

 

 

 



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Hadi bir defa başladık...
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…