ERDOĞAN, AB’YE
SEYİRCİ KALIYOR
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’yi AB dışında bırakma politikasını artık biliyoruz. Bunun, Sarkozy başta kaldığı sürece devam edeceğini de kabullenelim. Tüm politikalarımızı da bu gerçeğe göre ayarlayalım.
Ancak, madalyonun bir de, öbür yanı var.
Biz ne yapıyoruz?
Sarkozy’den rahatsız olalım, tutumunu değiştirmediği sürece, biz de politikalarımıza ince ayar yapalım. Bu arada, diğer AB ülkelerinden gereken desteği göremememizden dolayı da, şikayetçi olalım.
Ancak, bunların hiçbiri yetmez.
Kendi kendimize, şu temel soruyu soralım: Biz ne yapıyoruz?
Biz ne gibi adımlar atıyoruz ki, Fransa ve diğer AB ülkelerine tepki gösterelim ve bu tepkimizde de haklı olalım.
Doğru dürüst hiçbir şey yapmıyoruz.
Hani reformlar hepimizi şaşırtacaktı?
Hani, Ali Babacan’ın deyişiyle “reform fırtınası” esecekti?
Ne fırtına esti, ne de şaşırtacak bir adım geldi..
Ankara’nın AB cephesinde sinek bile uçmuyor.
Devletteki bu sessizliği gören özel sektör de, atması gereken adımları erteliyor. “Boşver, ne acelesi var? Baksana hükümet bile kıpırdamıyor” diyor.
Ali Babacan, zaten etrafını heyecanlandırmaktan hoşlanmayan bir bakandır. Dışişlerinin başına geçtikten sonra, Gül’ün estirdiği rüzgarı, Ege’nin masum meltemine indirdi. Artık yaprak kımıldamıyor.
Oysa, bırakalım büyük sözleri, açılmış ve açılmaya hazır müzakere başlıklarıyla ilgili, tamamen teknik “açılış kriteri” var. Yani, müzakere başlıklarında AB’ye uyum sağlayabilmek az 30-40 tane teknik değişiklik yapmak zorundayız. Üstelik, bunların hepsi de, bizim için önemli ve lehimize unsurlar. Yani, AB için alınacak değişiklik kararı değil. Bunlar düzeltilirse, müzakerelere başlanabilecek.
Biz, henüz bu teknik hazırlığa dahi girmiş değiliz...
Nerede kaldı, 301 inci madde...
Nerede kaldı diğer Kopenhag kriterleri.
Tam Türk gibi gidiyoruz.
AB projesine büyük bir heyecan ve arzuyla girdik. İlk adımı attıktan sonra, heyecanımızı ve ilgimizi kaybettik.
Tabii bu çerçevede, insan kendi kendine “Acaba Erdoğan başlangıçta bizi kandırdı mı?” sorusunu soruyor.
AB projesine önce sahip çıktı ve adaylık statüsünü elde ettikten sonra, işin ucunu bıraktı mı?
Kendisine sorduğumuzda “kesinlikle hayır” diyor. Ancak bakıyorsunuz, bir kıpırdama yok.
Acaba bu “Aday ülke statüsünde” kalmak işine mi geliyor?
Unutmayalım, Ankara 1963’ten 2004’e kadar, “Ortak Üye” sıfatıyla yetinmişti. Tüm hükümetlerin işine gelmişti. Gereken reformları hayata geçirmek yerine “mış “ gibi yaparak idare etmişlerdi.
Başlangıçta AKP, sanki farklıymış gibi davranmıştı. Şimdi bakıyoruz da, galiba onların da daha öncekilerden farkı yokmuş gibi bir izlenime kapılıyoruz..
Eğer gerçekten böyleyse, gözümüzü fena boyamışlar demektir.
Ancak merak etmeyin, bunun acısını da fena çıkarırız alimallah...
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|