Mehmet Ali Birand
 
SARKOZY, TÜRKİYEYİ DIŞLADIKÇA…
 
 

SARKOZY, TÜRKİYEYİ

DIŞLADIKÇA…

 

Fransız Devlet Başkanı Sarkozy, Türk-Fransız ilişkilerine benim gibi çok önem verenleri giderek yaygınlaşan bir hayal kırıklığına uğratıyor.

           

Başkanlık seçimleri sırasında, Chirac’a karşı kampanyasında, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda karşı çıkışını “doğal” karşılamıştık. ”Siyasettir bu, seçimlerde söylenenler, ilerde gerçekler görülünce değişir “ demiştik.

           

Sarkozy, seçimi kazandı ancak değişmedi.

 

O zaman da “canım adam böyle fırıldak gibi hemen dönemez ki, biraz beklemek gerekir” dedik. Nitekim bir ara heyecanlandık. Gerçekten esnek bir yaklaşım benimsiyormuş gibi bir tutum takındı. Bu köşede de, Sarkozy’nin ince bir politik manevra başlattığına dikkat çekip, övgü dolu bir yazı yayınlamıştık.

 

Ancak şimdi bakıyoruz ki, yanılmışız galiba.

 

Zira yaptığı konuşmalara, AB liderleriyle özel konuşmalarından basına yansıyanlara bakıp söylediklerini bir araya getirdiğimizde, Sarkozy’nin Türkiye konusunda yeni ve belki eskisine oranla çok daha ince bir “Türkiye tam üye değil, imtiyazlı ortak olmalı” politikası uygulamaya çalıştığı anlaşılıyor.

 

Türkiye’nin adının geçtiği AB resmi belgelerinde veya açıklamalarında Türkiye” ve “tam üyelik” kelimelerinin bir araya gelmemesini istiyor. Brüksel’de önceki gün toplanan dışişleri bakanları toplantısında belki istediklerinin tümünü elde edemedi ancak,  Türkiye ile müzakerelerin sadece tam üyeliğe gidiş hedefini değil, imtiyazlı ortaklığı da içerebileceğine işaret eden bir değişiklik sağladı. Fiilen de, Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek nitelikteki müzakere başlıklarını ya engelliyor veya donduruyor. Tam üyelik fikrini yok etmeye, erozyona uğratmaya çalışıyor.

 

Üstelik bütün bunları da, incelikle değil, çok kalın çizgiler çizerek yüksek sesle yapıyor. Hani Türkiye’yi idare etmeye çalışsa, bu politikayı görmekte belki biraz daha zorlanacağız. Oysa Fransız Devlet Başkanı her fırsatta Türkiye’nin tam üyeliğe gidiş yolunu tıkamakta kararlı olduğunu, Türkiye’yi tam üye görmek istemediğini açıklıyor. Avrupa Birliği de giderek bu şantaja boyun eğiyor. Atılan küçük adımlar her geçen gün biraz daha artıyor.

 

Elysee Sarayı açıkça “Türkiye’yi tam üye olarak görmek istemediği gibi, müzakerelerin bu hedefe gidişini de engellemekte kararlı davranacağını” gösteriyor.

 

Paris’in bu tutumu, Türkiye açısından son derece önemli bir engel oluşturmaktadır. Zira Fransa, Avrupa’nın lokomotifidir ve HAYIR dediği konularda ona tutum değiştirtmek çok güçtür.

 

Sarkozy’nin bu tutumunun nedenlerini burada tartışmak istemiyorum. Mutlaka kendine göre bir gerekçesi vardır.

 

Ancak, Fransa’ya boyun eğmemek gerekir.

 

Kızıp, kırılıp köşemize çekilmek ve küsmek yerine, Paris’in politikasını değiştirebilmek için çabalarımızı daha da arttırmamız gerekir. Sarkozy’ye tepki göstermek de, sorunumuzu çözmez. Aksine onu daha da sertleştirecektir.

 

Ancak, Türkiye’yi AB dışında tutma konusunda bugünkü tutumunu sürdürdükçe, ikili ilişkilerden beklentilerini elde edemeyeceğini bilmelidir.

 

Türkiye için, Avrupa Birliği projesi hayati derecede önemlidir. Kimsenin bu projeyi engelleyenlere zarar yok, ikili işler devam etsin” demeye hakkı olmamalıdır.

 

Hükümetin genel yaklaşımı da, nükleer santral, uydu, askeri donanım gibi büyük ihaleler başta olmak üzere, “Türkiye’nin kaymağını eğer birileri yiyecekse, herhalde AB projesini engelleyen Sarkozy değil, AB projesine destek veren diğer AB ülkeleri olmalıdır” şeklinde.  Türkiye yanlısı AB ülkeleri de Ankara’ya bu yönde baskı yapıyorlar.

 

Fransa’nın yeni Büyükelçisi Bernard Emié, son derece değerli bir diplomat. Ne yazık ki çok talihsiz bir dönemde Ankara’ya geldi. Konuşmalarında da, Sarkozy’nin yarattığı handikapı bir yana bırakıp, ikili ilişkilerin arttırılması gerektiğini söylüyor.

 

Aslında kendi açısından haklı.

 

Düşünün Türkiye’de 250 Fransız firması, yaklaşık 5 bin işçi çalıştırıyor. 10 milyar Euro’luk yatırımı var. Keşke daha da artsa. Zira bu yatırım Fransa kadar Türkiye’nin de lehinedir.

 

Ancak, AB projesi çok daha uzun vadeli ve Türkiye açısından çok daha önemlidir. Bundan dolayı Sarkozy gölge ettiği sürece, ikili ilişkilerin gelişmesi son derece güçtür.

 

Üstelik bunu benim gibi, Türk- Fransız ilişkilerine özel önem veren birinin, içi sızlayarak söylemesinin sanırım farklı bir anlamı vardır.

 

 

 

 



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- CEMAAT, AK PARTİ'DEN DESTEĞİNİ ÇEKEMEZ...
- Alper Görmüş koskoca iki cilt kitap yazmış. Okudukça yüzüm kızardı...
- PKK İLE SERT BİR SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİLİYOR...
- CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA NE FARK VAR?
- Öcalan...
- ÖCALAN SIRADAN BİR MAHKUM DEĞİL Kİ...
- Rüya görmeyelim. PKK böyle tasfiye edilmez
- Davutoğlu efsanesi gerçek mi, yoksa balon mu?
- PKK İKİYE BÖLÜNÜYOR
- RUSYA GÜNDEMİNDE, PKK-ÇEÇEN VE GAZ VAR
- Türkiye artık kararını vermeli…
- TÜRKİYE’DEKİ, 70 BİN ERMENİYİ VATANDAŞ YAPIN...
- Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?
- MEDYA TERÖRE HİZMET Mİ EDİYOR?
- Kürt kökenli olsanız, ne dersiniz?
- Hadi bir defa başladık...
- BAŞBAKAN BM'DE "DİZEL MOTORU" GİBİYDİ...
- PKK VURUYOR, ANCAK KIŞKIRTAMIYOR...
- Siyaset karşı saldırıya geçti
- BİZE BAKIŞLAR DEĞİŞİYOR...
- Önceki günkü “darbecilik genlerimizde vardı” başlıklı yazım çok yankı yaptı. Aslında...
- Başbuğ, Kozmik odayı açarak doğrusunu yaptı…
- Başbakan için hepimizin farklı görüşü var. Kimimiz için bir devrimci...
- İRAN REJİMİ, KENDİNİ KURTARACAK MI?
- ÖCALAN DAVASINDA, DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER…