“KUZEY IRAK, İKİNCİ BİR
KIBRIS OLMAMALI”
Ankara’da Kuzey Irak ile ilgili politikaları oluşturan sivil-askeri ekibin en büyük titizliği, yeni bir Kıbrıs tuzağına düşülmemesidir.
Kim ile konuşsam aynı cümleyi duydum: “Kuzey Irak ikinci bir Kıbrıs olmamalı”.
Bundan ne anladıklarını çok iyi biliyorum.
Kıbrıs müdahalesinde haklıydık.
Uluslararası konjonktür lehimizeydi.
Ancak, askeri ve diplomatik hatalar yaptık ve sonunda, haklı olmamıza rağmen Kıbrıs tuzağına düştük.
Küçücük, masum bir adayı işgal eden, haksız bir devlet görünümü ve boynumuza asılan bir “barbarlık” yaftasıyla dolaşır olduk.
Uluslararası ilişkilerde elimiz ayağımız bağlandı. Kıbrıs bir süre sonra, sırtımızdaki bir kambura dönüştü. Türkiye’nin atılımlarını engelleyen bir unsur durumuna girdi.
Hala bugün, Kıbrıs tuzağından kendimizi kurtaramadık. Maddi ve manevi açılardan hala kan kaybediyoruz.
Bu noktaya gelmemizin nedeni, haklılığımızı anlatamamamız, uluslararası ortam hazırlayamamamız ve askeri gücümüzü hesapsız kullanmamızdı. İki harekat yerine, kısa süreli ve tek bir harekatla işi bitirsek, eleştiriler çok daha az olurdu. Bir diğer ağırlıklı neden, askeri harekatı uluslararası hukuka dayandırıp siyasi çözüm bulamamamızdı.
1974’teki İngiliz dışişleri bakanı Callaghan’ın bana söylediği gibi, “Başlangıçta Kıbrıs, Türk Ordusu’nun tutsağı idi. Ancak şimdi Türkiye, Kıbrıs’ın tutsağı olma noktasına geldi”.
İşte Ankara’daki sivil-asker politika yapıcıların en büyük korkusu bu: İkinci bir Kıbrıs olayı yaşamak. Kuzey Irak’ın tutsağı olmak ve Irak bataklığına batmak. Unutmayalım ki, asker sokmak bir oranda kolaydır da, sonra geri çekmek çok zordur.
Aynı tuzağa düşmemek için, politika yapanlar, kamuoyunun ve muhalefetin tüm baskılarına direndiler, sabırlı davrandılar ve etraflarında bir ittifak cephesi oluşturdular.
Eylül- Kasım ayları arasında neler yaşandığına kısaca bakalım:
- Her şeyin başında en önemli, en kritik aşama ABD’nin ikna edilmesi ve harekete geçirilmesiydi. 5 Kasım Washington görüşmesinde, Bush “Bu sorun Türkiye’nin içinde kaynaklanıyor. Siz önce Kürt sorununu hafifletmek için adım atın, ben de sonra Kuzey Irak’taki PKK’lıları temizlerim” dese, Türkiye kaybederdi. Oysa Washington, PKK’yı ortak düşman ilan ederek tartışmayı bitirdi. Hemen ardından da çarklar dönmeye başladı.
- Avrupa Birliği’ne durum iyi anlatıldı. AB, yine ilk defa, Türkiye’nin Kuzey Irak’a sınırlı ve kısa süreli müdahalesine yeşil ışık yaktı. PKK’yı, yine ilk defa terör örgütü olarak niteledi. DTP’yi uyardı ve PKK terörü ile arasına mesafe koymasını istedi.
- Arap ülkelerine yönelik şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir bilgilendirme kampanyası gerçekleştirildi. Ankara’da ardı ardına üst düzey ziyaretçiler ağırlandı. Suriye Devlet Başkanı, Suudi Arabistan Kralı, 17 ülkenin Dışişleri bakanlarının ayrı ziyareti ve Babacan’ın bölge ülkelerine gidişi, bu büyük kampanyanın temel taşlarını oluşturdu. Müthiş bir trafik yaşandı.
- Irak merkezi hükümetiyle defalarca görüşme yapıldı. Başbakan Maliki ve Dışişleri Bakanı Zebari’ye durum çok açık anlatıldı.
- Kuzey Irak yönetiminin üst düzey yetkilileri, siyasi parti temsilcileri ve Cumhurbaşkanı Talabani dahil olmak üzere, Irak Kürtleri’ne de hedefin kendileri değil, PKK olduğu anlatıldı.
İşte bu siyasi kampanya Türkiye’nin önünü açtı. Haklılığının anlaşılmasını sağladı. İlerde olacaksa, hem Araplar’ın, hem de Batı dünyasının tepkileri büyük oranda engellendi.
Türkiye etrafında bir ittifak cephesi oluşturdu. Kendini güvenceye aldı.
Kıbrıs tuzağına düşmekten kurtuldu.
Bu noktaya gelinirken de, askeri önlemler (asker ve silah sevkıyatı, komutanların demeçleri, sınırlı bombardıman) kadar, yukarda saydığım diplomatik girişimler sonuç verdi.
Türkiye ilk defa “oyunu iyi oynadı”.
Askeri operasyon olsun, PKK’nın Kuzey Irak’tan sökülüp atılması olsun, uluslararası alanda gayet iyi bir zemin oluşturdu.
Eski tuzaklara düşülmedi.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|