“DERİN “ DEĞİL,
“DÖKÜLEN” DEVLET
Son yaşanan olaylardan sonra, Derin Devlet tartışmaları tekrar dirildi.
Herkes farklı kesimleri suçlar oldu.
Yanlış değerlendirmeler yapılır oldu.
Gerçek nerede?
Gerçeğin ne ve nerede olduğunu hiç birimiz, hiçbir zaman net şekilde bulamayacağız belki. Ancak bunca yıllık gelişmelere baktıktan sonra, elimizdeki verilerle bir portre çizebilecek durumdayız.
Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi ikiye ayrılır.
Büyük bir bölümü temizdir. Hukuka bağlı kişilerden oluşur. Siyasi otoritenin çizdiği çizgilerin dışına çıkmaz.
Diğer bir bölümü daha vardır ki, “Vatan adına” kendilerine görev biçerler. Kendilerini her şeyin üstünde görürler. Hukuk filan tanımazlar. Kafalarında bir Türkiye imajı vardır ve bu imaja ters düşen her gruba veya fikre karşı çıkarlar. Gerektiğinde, dışardan adam kiralarlar. Ellerini kana bulamazlar. Daima başkalarını kullanırlar.
Bu iki gurup arasında mücadele vardır.
Birinciler, çok ileri gittiklerinde aşırıları temizlerler.
Hemen her askeri müdahalede bu tip temizlikler görülmüştür. En büyüğü ise 12 Eylül darbesinden sonra yaşanmıştır.
Ancak, 28 Şubat süreciyle birlikte, Derin Devlet olgusu şekil değiştirmeye başladı. Direnç konuları arttı. Eylemler çok farklılaştı.
Dört sorun Derin Devletin gündemine girdi:
- Kürtler ülkeyi bölecek. Bunu engellemeliyiz. Engellemenin yolu da, sert tepki göstermektir.
- İslamcılar, Atatürk ilkelerini bozacaklardır. Mutlaka engellenmelidir.
- AB’ye tam üyelik durdurulmalıdır. Yavru vatan Kıbrıs, AB uğruna elimizden kaçırılmamalıdır.
- Ermenistan’ın topraklarımızda gözü vardır. Karşı çıkılmalıdır.
Derin Devletçiler, AK Parti hükümetine, muhalefetten Avrupa Birliği’ne, Kıbrıs’tan Kürt sorununa kadar her konuya el atar oldular. Ancak son gelişmeler, Derin Devlet’in boyutlarını da aştı. Artık “derin” değil, “dökülen” devletten söz etmek daha doğru olmaya başladı.
Tam bir karmaşaya girildi.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|