Bundan önce kapattıkları, ülkenin sorunlarına hiçbir çözüm getirememişti. Bu defaki de getirmeyecek. Fikirleri yasaklayarak, cezalandırarak bir yere varılamayacağını hâlâ öğrenebilmiş değiliz.12 Eylül Anayasası ile, bugünkü dünya ve ülke gerçekleri çerçevesinde yaşanamayacağı da bir defa daha ortaya çıktı.Fazilet kadroları 28 Şubatta cezalandırılmıştı. Şimdi adeta idama mahkum edildiler. Aslında, buna hiç gerek yoktu. 28 Şubatın mesajını almışlar ve uyum göstereceklerini de ortaya koymuşlardı. Milli Görüş yaklaşımını benimsemeyenler, yollarını ayırma kararını almışlar.Türkiye, gereksiz şekilde, maşa varken elini yakarak ateşi söndürmeye kalktı.Zaten aksak yürüyen demokratik sistemine kendi kendine yeni bir darbe vurdu.Tek umudumuz bu gelişmenin sonuncu olması ve Türkiyenin parti kapatma dönemini kapatması gerektiğini anlayabilmesidir.Çıkacak tepkilere de sinirlenmeyelim.Zira, kendi düşen ağlamaz. Anayasa Mahkemesi, T.C. tarihinin 40ıncı parti kapatma kararını aldı. Yollar burada ayrılıyor Bu gelişmeyle birlikte, yıllardır izlediğimiz ve Erbakanın yaratıp liderliğini yaptığı Milli Görüş Hareketi bölünüyor ve devrini kapatıyor. Bu siyasal İslam dünyasında, Berlin Duvarının çökmesi ile eş anlamdadır.Erbakan yaklaşımı, Erbakan dönemi böylece kapanıyor. Piyasadan tamamen silinmese dahi, Erbakan ve Milli Görüş Hareketi cılızlaşacaktır.Yolun sonuna gelinmiştir.Artık siyaset sahnesinde, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin başını çektiği yenilikçilerin partisi hazır. Geriye tabelaların çakılması kaldı.Peki, nasıl bir parti olacak?Büyük soru işareti de bundan kaynaklanıyor?Söylemleri ve genel yaklaşımlarının Erbakana oranla çok farklı olacağı belli. Ancak, "dinci parti" damgasından nasıl kurtulacakları henüz bilinmiyor.İslamcılar için önümüzdeki aylar bu açıdan son derece önemli.Gerçekten bir yenilik getirebilirlerse, Türkiyenin önünü açabilecekler. Merkez parti konumuna oturabilecekler ve ülkenin yönetiminde rol alabilecekler.İslamcılar eskiden, Türkiyeye batıyı şikayet eder kötülerlerdi. Ardından, batıyı över ve aksine Türkiyeyi batıya şikayet eder oldular.Değişim rüzgarları artık fırtınaya dönüyor. Bakalım kimler ayakta kalabilecek, kimler dağılıp gidecek? Anayasa Mahkemesi kararı, çeşitli kesimlerde çeşitli şekillerde yorumlanacak. Ancak, ortada bir de yepyeni bir durum var. Oyak neden banka istiyor? " ... Ordu Yardımlaşma Kurumunun bir banka daha alması, Polis Vakfına banka satılması sistemi bozar.Ordu bizim canımız. Feda olsun kanımız. Polise saygımız büyük. Ama, ordunun ve polisin finans, ticaret ve sanayi kesimlerinde ağırlığının olması doğru değildir. Ordu Yardımlaşma Kurumunun "Oyak Bank" adında bir bankası var. Oyak Banka ek olarak Ordu Yardımlaşma Kurumuna Demirbank da satılır ise, bankacılık kesiminde ağırlığı büyür. Ordu Yardımlaşma Kurumunun ordu ile doğrudan ilişkisi yok ama, ordumuzun kurumu... Banka denilen şey batar da çıkar da... Ordu Yardımlaşma Kurumunun bir bankasına karşı Ankaranın tedbir alması, kapatması veya destekleyip kurtarması yanlış anlamalara neden olur.Bunun ordu sempatizanlığı ile ilgisi yok. Aynı şekilde Maliye Müfettişleri Vakfı, Hazine Memurları Yardım Kurumu banka satın almak istese onlara da banka satılamaz.Sahipsiz bankacılık olmaz. Her bankanın bir sahibi olmalıdır.Bankacılık sorumluluk ister. Bankalarda "kolektif sahiplik" olmaz. Emekli sandıklarının, sendikaların, vakıfların bir bankada pay sahibi olmaları doğaldır. Ancak sandıkların, sendikaların, vakıfların kolektif yönetim yapısı içinde bir bankada sorumluluk üstlenmeleri bir bankayı yönetmeleri (güçtür demiyorum) imkansızdır. Banka yönetiminde bir "muhatap" bir "sorumlu" olmalıdır. Başka ülkelerde halka açık bankalarda azınlık hissesi ile de olsa, bankayı kimin yönettiği, yönetiminden sorumlu sermayeder bellidir.Bunlara dikkat etmeden bankalar yalap şalap satılırsa üç yıl sonra, beş yıl sonra devlet gene bu bankaları kurtarmak için halktan para toplamaya mecbur olur."Sanırım buna eklenecek başka bir şey yok. Güngör Urasın çarşamba günkü yazısı, piyasalarda çok konuşulan, ancak asker korkusu nedeniyle açıkça söylenemeyen bir noktaya parmak basıyor. Üstünde düşünülmesi gereken bir konu olduğu için, ilgili bölümünü aynen alıyorum. Kitap Köşesi 236: Zengin ile yoksulu ayıran sayı Araştırmacı - gazeteci Mustafa Sönmezin "Gelir Uçurumu" adlı kitabı vahim bir manzara ortaya koyuyor. Türkiyede en zenginle en yoksulun cebine giren para arasında tam 236 kat fark var da ondan. Yani zengin 236 alıyorsa yoksul 1 alıyor. Biri ayda 7 milyar 539 milyon kazanıyor, diğeri ise sadece 32 milyon lira. Marmara Bölgesinde yaşayanlar gelir pastasının %40lık dilimini yerken, Güneydoğudakilere %4lük dilim kalıyor. Sönmez iyi bir araştırmacı, kitabı da bir başvuru kaynağı niteliğinde. Hizbullah tehlikesi ortadan kalkmadı Atatürkçü bir babanın oğlu Çitlioğlu kitabında bir de uyarı yapıyor. "Hizbullah, 17 Ocak 1999 Beykoz baskınında lideri Hüseyin Velioğlunu kaybedince ağır bir darbe yedi ama faaliyetlerini devletin elindeki gizli bilgilere rağmen bugün hâlâ sürdürüyor." Tahran-Ankara Hattında Hizbullah, Türkiyede hâlâ soru sorabilenlerin okuması gereken bir kitap. Türkiyede bazı sorular vardır. Ülkenin içinde bulunduğu sorunları dert edinenlerin kafalarından hiç eksik olmayan sorular... Bazılarının cevabı bilinir aslında, ama bir işe de yaramazlar. Yanıtsız kalanlar ise çoğunluktadır. Araştırmacı Ercan Çitlioğlunun yeni kitabı "Tahran-Ankara Hattında Hizbullah" işte bu sorulardan bir kaçına cevap vermeye çalışıyor. Türkiyede Hizbullah nasıl kuruldu? Amaçları neydi? Metodları, ilkeleri, gizleri, taktikleri nelerdi? PKK-Hizbullah ilişkisi nasıldı? Devlet, Hizbullahı himaye etti mi? İ.Üye 32. Günden teşekkür "Medya Oskarları" diye anılır.Aynı ciddiyet Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinin ödülleri için de geçerlidir.İstanbul Üniversitesi öğrencileri "2000 Yılının En Başarılı İletişimcisi" ödülünü, 32. Gün adına bize verdiler. Ödülün değerini arttıran unsur, anketin sadece öğrenciler arasında değil, 16 iletişim fakültesi, dekan ve dekan yardımcılarına da sorularak gerçekleştirilmesi. 32. Gün tam 16 yıldır ekranlarda ve hâlâ dimdik ayakta. İstanbul Üniversitesi bizleri onurlandırdı. Gösterdikleri sevgiye ne kadar teşekkür etsek azdır. [email protected] İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinin her yıl dağıttığı ödüllerin, medyada çalışanlar arasında farklı bir yeri vardır.