BAŞBAKAN, GEREKSİZ
BİR RİSK ALACAK (!)
Bir süredir unutulmuş gibi duruyordu, ancak türban tartışmaları, AB ile ilişkiler konusunu daha da ön plana çıkardı. Şu sırada en çok tartışılan da, bir yandan reformlar, öte yandan da Başbakan’ın, Fransız Devlet Başkanı Sarkozy ve Alman Başbakanı Merkel ile bir araya gelmesi ve bu iki ülkenin, AB projesine itirazlarını tartışması konuları.
Sarkozy-Merkel ikilisi, değişik oranlarda Türkiye’nin tam üyeliğine ters bakıyorlar.
Daha doğrusu, Sarkozy Türkiye’nin Avrupada dahi sayılamayacağını ve tam üyeliğinin söz konusu olmaması gerektiğini ileri sürüyor. Son derece katı bir tutumu var. Hatta, müzakere başlıkları arasında, Türkiye’yi tam üyeliğe taşıyacak en önemli olanların dahi açılmasını istemiyor. Türkiye’yi, ya Akdeniz işbirliği çerçevesinde tutmak veya Özel Statü ile AB’ye bağlamayı planlıyor.
Merkel’in tutumu daha esnek.
Temelde, Sarkozy gibi o da imtiyazlı Ortaklık veya Özel Statü istiyor, ancak Fransa’nın aksine müzakerelerde zorluk çıkarmıyor. Ahte vefa (yani attığı imzaya sadakat) nedeniyle son kararı, işin sonuna bırakıyor.
Sarkozy-Merkel ikilisinin bu tutumu, azınlıkta kalmalarına rağmen (22 ülke, Türkiye’nin tam üyeliğini destekliyor) çok etkili oluyor ve Ankara’ya büyük zorluk çıkarıyor. Müzakere sürecini yavaşlatıyor.
Başbakan’ın çevresindeki görüş, Sarkozy-Merkel engeli aşılamadığı, hiç değilse müzakereleri engelleme yaklaşımları bir oranda giderilmediği taktirde, Türk hükümetinin içerde yeterince destek bulamayacağını ve reformları gerçekleştirmekte zorlanacağı şeklinde. Bu durumu hafifletebilmek için, Erdoğan’ın 3’lü bir zirve çerçevesinde, Fransa ve Alman liderlerini ikna etmesi, hiç değilse görüşlerini kararlı biçimde anlatması, ne kadar büyük hata ettiklerini göstermesi düşünülüyor.
İşte, şu aşamada, yeri ve tarihi kesinleşmeyen ve bir fikirden öteye geçmeyen bu doğruğun yakında gerçekleşeceği haberi, şimdiden birçok yabancı başkentte ve Ankara’daki birçok kurumda huzursuzluk yarattı.
Böyle bir doruğun risklerine dikkat çekiliyor.
Birşeyler kazanmak için yola çıkılmışken, büyük kayıplarla karşı karşıya kalınabilme tehlikesine işaret ediliyor.
Peki nedir bu tehlike?
İKNA EDEYİM DERKEN,
EVDEKİ BULGUR GİDEBİLİR
Başbakan Erdoğan’ın, Sarkozy ve Merkel ile planlanan doruk toplantısı, en çok Türkiye’yi destekleyen (İspanya, İtalya, İngiltere, İsveç vs...) ülkeler arasında rahatsızlık yaratıyor.
Başbakan’ın Sarkozy ve Merkel ile aynı salona girmesinin dahi bir “uzlaşı arayışı” olarak yorumlanacağına dikkat çekiliyor.
“Türk Başbakanı böyle bir toplantıya girince, hemen herkez, İmtiyazlı Ortaklık Statüsünün pazarlığına başlandığı kanısına varacak? Diyen, Türk yanlısı gruptaki önemli bir ülkenin önde gelen bir diplomatı, genel havayı şöyle aktardı:
“... Eğer Türkiye, İmtiyazlı ortaklık Statüsünün pazarlığına giriyormuş izlenime verecekse, biz neden Türkiye’nin tam üyeliği için mücadele verelim? Sonuçta, tüm başkentlerde Ankara’ya destek çabaları yavaşlayacaktır”
3’lü doruk fikri, Ankara’da da farklı şekillerde yorumlanıyor. Örneğin, Avrupa Birliği ile ilişkileri yönlendiren AB Genel Sekreterliği ve Dışişleri Bakanlığı da, risklerin farkındalar.
Dışişleri bakanı ve başmüzakereci Babacan ise, KRİTER dergisinin şubat sayısında “böyle birşeyi kabul etmemiz söz konusu olamaz” dedi, ancak Türkiye ne kadar itiraz ederse etsin, AB basını Erdoğan’ı değil, Sarkozy ve Merkel’i dinleyecektir.
Doruk sırasında, Sarkozy ve Merkel basının karşısına geçtikleri zaman, görüş ayrılığına düştüklerini açıklayamayacaklarına göre, “görüş alışverişinde bulunduklarını” söylemeleri dahi, uluslararası medya’ya “Türkiye’nin tam üyelikten vaz geçebileceği” şeklinde yansıyacaktır. Hiç değilse, böyle bir izlenim doğacaktır.
“Başbakanımız, toplantı öncesinde ve sonrasında, çok net açıklamalar yapar ve buraya pazarlık yapmaya gelmediğini, nihai hedefin tam üyelik olduğunu söyler” diyen Babacan’a rağmen, Sarkozy ve Merkel’in uluslararası medyayı etkileme gücü daha fazla olduğundan dolayı, Erdoğan gerçek niyetini ne kadar vurgularsa vurgulasın, AB basının Fransız ve Alman cephesinden gelecek yönlendirmelere daha çok rağbet edeceklerdir.
AB ile müzakere, sinir törpüsü gibidir. Her yeni ülkeye karşı direnme olur. Hele Türkiye gibi, büyük-kalabalık ve göreceli olarak fakir bir ülkeye direniş daha da büyüktür.
İşte bu açılardan, 3’lü zirveyi risk dolu görüyorum. Zamanın henüz gelmediği kanısındayım.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|