ARTIK, STRATEJİK
ORTAK DEĞİLİZ
Uzun yıllar boyunca, Türk-Amerikan ilişkileri “stratejik ortaklık”, “stratejik işbirliği” diye nitelendirildi. Bu kavram soğuk savaş döneminde oluşturulmuştu. Karşı kampta Rusya vardı. “Stratejik” kelimesi, bu işbirliğinin genelde tek yönlü işlemesi anlamına gelirdi. Türkiye’nin çıkarlarına ters düşse dahi, Ankara’nın Washington’u daima desteklemesi gerektiği varsayımına dayanırdı. Hiç değilse, Amerikalılar bu şekilde anlarlardı. Biz de, içeriğine bakmadan “ABD’nin stratejik ortağıyız” diye övünürdük.
Bu dönemde, Türk-ABD ilişkileri genelde güvenlik konularını kapsar ve Pentagon ile Genelkurmay arasındaki temaslar ağırlıklı şekilde ön planda tutulurdu. Şeklen siviller konuşur, ancak fiili işbirliği askerler arasında yaşanırdı.
Soğuk savaşın bitmesinden sonra, Saddam’a karşı ilk körfez krizinde de aynı yaklaşım bir miktar daha sürdürüldü, ancak değişen dünya koşulları bu kavramın içini boşalttı. Artık Rusya yoktu. ABD tek başına dünya gücü konumuna girdi. Türkiye’nin politikaları ve iç dengeleri de değişti.
Ekonomik ilişkiler ön plana çıktı. Askeri işbirliği sürdü, ancak eski ağırlığını kaybetti. Hele 11 Eylül, Irak’ın istilası ve Türkiye’nin AB adaylığı sürecinde yaşananlar (tezkere olayı, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Radikal İslam’ın patlaması) tüm dengeleri değiştirdi. Ankara, eskiye oranla dış politikalarında daha esnek ve göreceli şekilde daha bağımsız hareket etmek zorunluğu hissetti.
Sonuç olarak, ilişkiler havada kalmaya başladı. Yeniden bir adlandırma, yeni bir içerik, yeni bir çerçeve çizmek ve yeni bir mekanizma kurmak gerekti.
İşte, Gül’ün Washington’da imzaladığı belgenin temel amacı bu: Bugünün koşullarında ilişkileri yeniden tarif etmek, hangi ilkelerin ortak hedeflere oturtulacağını belirlemek ve yeni bir mekanizma kurmak.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|