ANKARA’ DA HER KAFADAN
FARKLI SES ÇIKIYOR
Milli Güvenlik Kurulu’nun 29 Aralık 2005 tarihli toplantısında, Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı’nın etkili şekilde uygulanabilmesi için, Terörle Mücadele Yüksek Kurulunda (TMYK) bir sekreterya oluşturulması ve Devlet Kurumları arasında koordinasyonun sağlanması hedefleniyordu. TMYK’ nın Başkanlığını Dışişleri Bakanı Gül yapıyor. Ancak bugüne kadar doğru dürüst işletilemedi.Ancak bugün Kürt sorununun boyutları giderek genişliyor. Olay artık, sadece PKK ile mücadele çerçevesinde ele alınamayacak kadar karmaşık bir aşamaya girmiş durumda.
Yeni gelinilen bu aşama, yeni önlemler ve daha da önemlisi Devlet Kurumları arasında gerçek bir koordinasyon gerektiriyor. Türkiye bugün, Kürt sorunuyla ilgili olarak etkin bir adım atamıyor ve yerinde sayıyorsa, bunun tek nedeni , Ankara’ da her kafadan farklı ses çıkması ve ortak bir politika saptanamamasıdır.
Bakın Ankara’da, Kürt sorunu konusunda kaç farklı kutup var...
TSK VE JANDARMA
AĞIRLIKLI KONUMDA
Kürt sorunu konusunda politika üreten ve bu politikaları pratikte uygulayan kurum, Türk Silahlı Kuvvetleridir.Yeni değil, özellikle 1980’lerden itibaren, bir bölümü politikacılarımızın Kürt Sorunu ihalesini Askere vermeleri, diğer bir bölümü de Askerin kendiliğinden işe el koyması sonucunda, TSK ağırlıklı söz sahibi olmuştur.
Askerin ağırlıklı konumu, politikaların oluşturulmasında da sözünün dinlenmesine yol açmaktadır.
Askerin ürettiği bu Kürt politikası, Jandarma, bölgedeki komutanlar ve TSK’ya bağlı istihbarat örgütleri tarafından elde edilen verilere dayandırılır. Genelkurmay Başkanlığında bütün bu noktalardan gelen bilgiler yoğrulur ve politikaya dönüştürülür.
Herşeye rağmen, Ankara’daki komutanların bakışlarıyla, bölgedeki komutanların olaya yaklaşımları ve uygulamaları da farklılıklar gösterir.
Asker, Kürt sorununa doğal olarak güvenlik açısından bakar.Ülkenin toprak bütünlüğünü korumak için gereken önlemleri, yine doğal olarak genelde cezalandırıcı açıdan ele alır. Yasaklama, cezalandırma ve önlemlerin sertliği ön planda tutulur. Olayın sosyolojik, psikolojik, kültürel ve ekonomik yanı askerin işi değildir.
Askerin diğer bir özelliği, hangi ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar, sivil hükümetlere güven duymamasıdır. Politikacıların yaklaşımlarını hiçbir zaman benimsemez..Hükümetlerin farklı politikalar üretmesinden rahatsız olur. Bunun nedeni de, politikacının oy uğruna herşeyi satabileceğine inanmasıdır.
Böyle bir yaklaşım içindeki TSK için, önemli olan kendi politikalarının ve yaklaşımının kabul edilmesidir.
Ancak gelin görün ki, hükümetler de giderek (özellikle 1998’den itibaren) Kürt sorununa farklı bakmak, yeni politikalar üretmek ve uygulanmasını sağlamak istemektedirler.
HÜKÜMET İSE, AĞIRLIĞINI
BİR TÜRLÜ KOYAMIYOR
Dışardan bakıldığında, Kürt sorunuyla ilgili katkı yapması gereken kurumların büyük bölümünün siyasi iktidarın elinde toplandığı görülür.
İçişleri, Adalet ve Dışişleri Bakanlıkları Başbakan’a bağlı şekilde çalışırlar. Bu bakanlıklar, sorunu çok yakından izlerler ve yetkileri dahilindeki önlemlerin alınmasına fiilen katkıda bulunurlar. Ancak nedense, politika oluşturulmasında gerektiği kadar etkili şekilde öne çıkmazlar. Başbakan’a rapor ve görüş vermenin ötesine gitmezler. Bakanlar, Başbakanı gölgelememeye, bu kurumların bürokrasileri de Askere ters düşmemeye dikkat ederler.
Sivil bürokrasi, Kürt konusunda beklenenin ötesinde tutucudur. Yeni açılımlara, farklı yaklaşımlara sürekli direnir. Başbakan’ın önüne, yenilikçi politikalar getirmek yerine, Başbakan’ın direktiflerini dinleyip, “kendine göre uygulamayı” tercih eder.
Başbakanlar ya kişisel birikimleri veya etraflarındaki danışmanlarının itmeleriyle, zaman zaman, açılımlar yapmışlardır. Demirel’den Mesut Yılmaz’a, Çiller’den Ecevit’e kadar, akıllarda kalan, insanları heyecanlandıran parlak cümleler sarfetmişler, “galiba bu defa birşeyler değişecek” dedirten konuşmalar yapmışlardır.
Ancak bunların hemen tamamı, sözde kalmış ve gerisi getirilememiştir. Sivil-Asker bürokrasisi, Başbakanların bu çıkışlarını kısa sürede etkisizleştirmeyi başarmıştır. Heyecanla kollarını sıvayan politikacılar, bir süre sonra sistemin parçası durumuna girdiklerini görmüşlerdir.
DİĞER İKİ KUTUP:
MİT VE ÇANKAYA
Kürt politikalarını etkileyen ve sözünü en çok dinleten kurumların başında MİT gelir. Teşkilat, özellikle son 10 yıldır, Bakanlık bürokrasisinin aksine, soruna çok daha gerçekçi ve yenilikçi yaklaşımıyla dikkatleri çekmeye başladı.
Diğer odak noktası da Çankaya’dır.
Cumhurbaşkanları, özellikle Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarına başkanlık yaptıklarından dolayı, politika oluşturulmasına fiilen katılırlar.
Bütün bu kurumların (Hükümet, Asker,MİT) bir araya gelip konuştukları ve politika oluşturulmasında forum olarak kullandıkları yer MGK’dır.
MGK’da herkes kendi görüşünü açıklar.
Asker, MİT ve hükümet, ya son derece soyut saptama veya çözüm önerilerinde bulunurlar, Cumhurbaşkanları da genel tanımlamalar yapıp (ülke’nin toprak bütünlüğüne dikkat, eğitim, sosyal önlemler vs...) toplantıyı kapatırlar.
Ardından, herkes kendi köşesine çekilip, kendi anlayışın göre bir polikita uygular.
T.C. Devleti, işte bu nedenlerden dolayı, bir türlü ortak ve etkin bir Kürt politikası olaşturamamaktadır.
Bu gidiş değiştirilmediği sürece de, Kürt sorunu Ankara’dan değil, Türkiye’nin dışından gelen etkenlerle şekillenecektir.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|