SİZE BUGÜN, SİBİRYA
MACERAMI ANLATACAĞIM
Rus NTV televizyonu “gelin, birlikte bir gaz belgeseli yapalım” teklifinde bulunduğu zaman, önce “gazın da belgeseli olur mu?” diye düşündüm. Baktım ki, kimse bilmiyor ve üstelik merakta ediliyor.
“Tamam “ dedim.
İlk defa Uluslararası bir prodüksiyon yapılacak ve hem Türk, hem Rus TV’lerinde gösterilecekti.
Hikayemiz, Sibirya’nın Allah tarafından unutulmuş, yörelerinde başlayacak ve 7 günlük maceralı bir yolculuk yapıp, insanların hayatlarını değiştirerek İstanbul’a varacaktı.
Günler boyunca Sibirya’yı dolaştık ve emin olun, bırakın açık havada çalışmayı, dışarda kısaca dolaşmanın dahi insanı zorladığı bir ortamda yapılanları gördük. İnsanların koşullarını gözledik ve herkese saygımız arttı.
“Canım ne olacak, işte geliyor ve yakıyoruz” demeyin.
Çok emek verilen bir enerji türü üstelik petrolden hem daha temiz, hem daha ucuz.
Çok belgesel yaptım, ancak aklıma hiçbir zaman doğal gaz belgeseli yapmak gelmemişti. Gözle görülmeyen elle tutulamayan bir yakıtın belgeseliyle ilgili teklif geldiği zaman bu kadar zorlanacağımı tahmin etmemiştim. Mehmet Polat ile birlikte İstanbul’dan Moskova’ya doğru hareket ederken, neler yaşayacağımızı bilemiyorduk. Ancak gerçekler hemen karşımıza çıkıverdi. Sabaha karşı 05’te Moskova’ya inip, oradan Rus doğal gazını çıkaran Gazprom’un OSTAFYEVO adlı özel hava alanına geçince, işin ciddiyeti anlaşıldı. Nereye gidip ne yapacağımı biliyordum da, bu kadar güç olacağını hesaplayamamıştım. Belgeseli, Rus NTV televizyon ekibiyle birlikte yapacaktık. Alanda bizi Gazprom’un özel bir uçağı bekliyordu. Yaklaşık 15 kişiydik.Uçağa binip çekim programını gözden geçirince dünyanın bir ucuna gittiğimizin farkına vardım gazın doğum yeri Sibirya’nın kalbine 4 saatlik bir uçuş sonunda varacaktık.
GAZ ÇIKARTMAK İÇİN
ÖZEL ŞEHİRLER KURULMUŞ
Batı Sibirya’nın doğalgaz kaynaklarının bulunduğu büyük bölümü Gazprom’a ait. Bölgeye ancak Gazprom’a ait özel uçaklarla gidilebiliyor. Son derece sıkı bir güvenlik var. Kimselerin adını bilmediği, haritalarda adına rastlanmayan, tanrıların dahi unuttuğu NOVİ URENGOY adlı bir kente indik. Halkın arasında kimine göre NOVİ URENGOY, kötü kent demek. Kimine göre alay eder gibi
Güneşli kent. Aslında buraya GAZ kenti demek daha doğru olur. Güneş yılda 2-3 ay görünüyor. Bu yönden şanslıydık. Güneş vardı, ancak hava -40 ile -25 arasında değişiyor.
Novi Urengoy 80 bin kişilik suni bir kent. Gaz çıktıktan sonra, sadece çalışanların ve aileleri için Gazprom tarafından özel olarak inşa edilmiş. Bütün bölgede bu şekilde 26 ayrı kent, kasaba, köy büyüklüğünde yerleşim noktası var. Hepsi de Gazprom’a ait. Toplam 1 milyon insan hayatını böyle kazanıyor. Novi Urengoy en büyüklerinden biri. Buradakiler ancak birkaç yıl yaşayıp geri dönüyorlar. En uzun yaşam bu kentte. 2 sinemanın, 1-2 diskotek ve bilardo salonunun dışında başka bir eğlence yok. Çocuklara, kreşlerde kuş sesinin ne olduğu, balık çiçek gibi, hayatın önemli unsurlarının ne olduğu anlatılıyor, gösteriliyor.
SİBİRYA TURU
HİÇTE EĞLENCELİ DEĞİL
15 kişilik çekim ekibimiz, yine gazpromun özel helikopterine doluştuk. Şanslıydık, fırtına yoktu, -30 dereceydi ancak hava açıktı. Hava bozunca tüm ulaşım duruyor. Zaten birkaç yer hariç başka ulaşım da yok. Bu helikopterlerle pompa istasyonları arasında işçi ve yedek parça taşınıyor, kurtarma operasyonları gerçekleştiriliyor.
Helikopter ile Sibirya turu ideal bir turizm gezisi sayılmayabilir, ancak 1 defalığına müthiş bir deneyim. Göz alabildiğine bembeyaz, bomboş binlerce kilometrelik, ancak altında petrolü ve doğal gazıyla dünyanın en zengin rezervlerini barındıran bölge. Ne yeşillik, ne çiçek. Kurumuş gibi duran, Rusya’ya özgü kayın ağaçları. 12 ayın 10’unda aynı manzara. Sadece Temmuz ve Ağustos’ta bazı bölgelerde toprak görülüyor. O zaman da sineklerin istilasına uğruyor. Yaşam daha da güçleşiyor.
Buraları gördükten sonra, Sovyetler Birliği dönemindeki ünlü Gulak hapishanelerini, “Sibirya’ya sürülmenin” ne demek olduğunu daha iyi anladım. İnsana korku sarıyor. Buralar bizim Kafkaslardan Urallara kadar diye anlattığım yerler.
GERÇEK SİBİRYALI
KÖYLÜLERİ GÖRDÜM
Saatlerce uçtuk. Hem de inanılmaz bir gürültü, inanılmaz bir sarsıntı içinde durmadan gittik. Tek bir canlı yok. Ne bir kuş, ne bir kedi, ne bir köpek. Ancak işte tam bunları düşünürken bu gezinin en büyük süprizini yaşamak yine bize rastladı. Helikopterin pilotu bir ara “işteişte oradalar” diye bağırınca camlara yapıştık.
Önce Sibirya’nın ünlü Ren geyiği sürüsünü gördük. Analı,babalı çocuklu aileler. Tepelerinde uçan bu garip alet ve çıkardığı gürültü, Sibirya’nın o derin sessizliğinibozunca sinirlendiler. Pilotlar, bu sürüyü bulunca civarı taramaya başladılar ve sonunda onları da buldular: Gerçek Sibiryalılar. Altından büyük zenginliklerin çıkarıldığı bu toprakların gerçek sahipleri. Uçsuz bucaksız bembeyazlığın içinde bir aile... Önce sürünün bulunduğu yere doğru giden izler ve kayaklarını gördük. Ardından da 5 kişilik aileyi.
Çadırlarının önüne çıktılar ve bizi hayretler içinde izlemeye başladılar. Çadırlarını geyik sürüsünün kullandığı yola yakın kurmuşlardı. Geyik onların herşeyi. Petrol veya doğalgaz umurlarında değil. Etini yiyorlar, kayaklarını çektiriyorlar, derisiyle hem elbise, hem çadırlarını yapıyorlar, hem de en yakın yerleşim noktalarına götürüp ya satıyor veya diğer ihtiyaçlarını karşılamak için takas yapıorlar... 21 inci yüzyılın teknolojisi ile Sibirya’nın ortasındaki çadırında yaşayan bu aile öylesine çarpıcı bir kontrast yaratıyordu ki, aklım oralarda kaldı. Kendi kendime “Acaba onlar mı, yoksa biz mi daha mutluyuz” sorusunu sormadan edemedim.
Bu heyecanlı gezi bizi sonunda, gazın ilk defa yer üstüne çıkarıldığı bir kuyuya ulaştırdı. Ve adeta dehşete düştüm.
Öylesine şaşırtıcı, öylesine gürültülü bir alevle karşılaştım ki, tabiatın gücünden, dünyanın binlerce metre derinliğinden gelen bu yakıttan etkilenmemek imkansızdı.
Buradaki anonsu ancak 4-5 defa tekrarlayıp başarabildim. Öylesine soğuktu ki, bir süre sonra çenem kilitlendi. Özel eldivenlerime rağmen parmaklarım dondu ve 4 hafta süreyle hissedemedim. Ancak alevin yanına yaklaştığınızda da ter basıyor. Etrafımdaki insanları yine hayretle izledim.
Oradan tekrar yollara düştük. Bu defa boru hatlarının nasıl döşendiğini görmeye gittik. Dışardan bakınca kolay geliyor da, yerinde görünce işin güçlüğü daha iyi anlaşılıyor. Hele bunun nasıl yapıldığını çarpıcı şekilde anlatabilmek için boruların üstüne çıkmak, anonsu birkaç defa tekrarlamak, emin olun insanı perişan etmeye yetiyor.
GAZI ÇIKARTMAK DEĞİL,
TAŞIMAK DAHA ZOR...
Bu şekilde 4 gün süreyle Sibirya’yı bir yandan bir yana kat ettik. Her 100-200 kilometre de bir, ya gaz üretim noktası, ya temizleme veya pompalama istasyonu. Her biri 100-200 milyon dolara mal olan bu istasyonlardan yüzlercesi var. Yenileri de inşa ediliyor. Toplam 150 bin kilometrelik de boru ağı. Boruların her 1 kilometresi 1 milyon dolara mal oluyor. Çapı 1 metre 42 santim. Benim boyuma yakın. Özetle birkaç yüzbin dolarla anlatılabilen dev bir yatırım. Bütün bunları görünce, doğal gazın 1 metreküpünün 100 $ civarında olduğu söylentileri daha iyi anlaşılıyor. Zira doğal gazı çıkartmak pahalı değil. Bu gazı çıktıktan sonra temizlemek ve gideceği yere kadar taşımak çok pahalı.
Herşey Sibirya’da bitmiyor. Bu muazzam örümcek ağının beyni sayılan Gazprom merkezi daha başka bir alem. Kontrol merkezine girdiğimde yine hayretler içinde kaldım. Herşey otomatik. Rusya’da yılda 543 milyon metreküp gaz çıkıyor. Bunun 1/3’i ihraç ediliyor. Yıllık dış satış 16 milyar $. 3/2’si içerde kullanılıyor. Bunun 1/3’i ısınmak için, 1/3’i elektrik üretimi, 1/3 sanayide tüketiliyor.
40 METRELİK
KULEYE TIRMANINCA
Sibirya’dan Moskova, oradan da Karadeniz kıyısındaki Krasnador şehrine gidip, Türkiye’ye yollanan gazın Karadenizin derinliklerine nasıl itildiğini görmek için 40 metrelik kuleye tırmanmak gerekti. Bununla da yetinmedik. Birde ayakta anons yapınca başım döndü. Tutunacak tek sopa, şu cılız anten ve esen hızlı rüzgar. Düşürsem ne olur diye düşünmek dahi istemedim.
Krasnador’dan karşı kıyıdaki Samsun’a kuş uçuşu gitmek yerine, yine Moskova- Moskova üstünden İstanbul ve Durusu’ya gidip doğalgazın izini sürmek kendi başına bir maceraydı.sn öldürücü darbe, sabahnamazının ezan sesleri ve İstanbul’un ilk ışıklarının atmasıyla yapılan anonsla geldi. ncak neyseki çok hoş bir belgesel çıktı da yorgunlukları kısa sürede unuttuk.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|