Ben de Bodrum’da yazlığı olanlardan biriyim ve emin olun kendimi bir yolunan bir kaz gibi görüyorum.
Biz kazlar, yılda en çok dört ayımızı geçirdiğimiz Bodrum yarımadasına, toplam milyarlarca dolarlık yüz binlerce ev yaptırdık. Kimimiz yemeden içmeden kesti, ailesini mutlu etmek için, dağ başında dahi olsa bir küçük yer edindi, kimi büyük paralar verip lüks yerler yaptırdı. Bunları yaparken de, yarımada’daki belediyeler tarafından resmen yolunduk. Kimi bin lira, kimi yüz binlerce lira.
Belediyeler, gelirlerinin büyük bölümünü üstümüzden elde etti. Durum hala da farklı değil. Bizlerin orada olması, yaz aylarında yüz binlerce kişinin oralara akmasına ve milyarlarca lira para harcamasını sağlıyor.
Bu kazların ise, istedikleri bir tek şey var: Dört ay süresince temiz bir yoldan geçmek, kesilmeyen elektrik ve toplanan çöpler...
O kadar, daha fazlasını bekleyen de yok. Üstelik, belediye istese farklı bir bedel ödemeye de hazırız. Ancak, yasalar imkan vermiyormuş...
Gelin görün ki , Bodrum Belediyelerinin önemli bir bölümü bu altın yumurtlayan tavuğuyolmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Bu kazlardan yararlanmak, daha da fazla servis verip, karşılığında para kazanmak yerine, adeta bizleri horluyorlar.
Allah rızası için, gelin şu sıralarda yolların felaket haline bakın.
Toz toprak içinde.
Bir yanda milyarlık evler, sokağa çıktığında adım atılması güç yollar, sık sık kesilen elektrikler ve çöp yığınları.
Soruşturdum, müteahhit kaçmış...
“Neden mayıs ayında yolları kazdınız? Daha önce yapamaz mıydınız? ”
“Ancak yetişti...”
Sayın Belediye başkanları,
Sizler bu tutumunuzla, altın yumurtlayan kazları, yakında kaçırmaya başlayacaksınız.
O zaman da, elinizde kooperatifler kalacak!
Bodrum’u bir Fransız veya İtalyan sahillerine dönüştürüp, gelirinizi birkaç misli arttırmak varken, neden böylesine küçük düşünüyorsunuz?
Sizler artık küçük kasaba yöneticisi değilsiniz.
Elinizin altındaki değeri yok etmekle meşgulsünüz?
Merak ediyorum, gerçekten giderek neler kaybedeceğinizin farkında mısınız ?
BU KÖŞE TATİL İZNİ İSTİYOR...
Çok zor bir süreçten geçtik.
Hele önümüzdeki dönemde çok daha zor bir süreç bizi bekliyor.
Önce referandum gelecek, ardından da bir genel seçim var.
Türkiye, yakın tarihin en önemli iki sınavından geçecek. Siyaset sahnesi temelinden değişebileceği gibi, Ak Parti daha da güçlenerek yoluna devam edebilecek.
Bu listeye bir de PKK terörünü eklemek gerekiyor.
Yılın bu döneminde biraz nefes alamazsak, verimliliğimiz azalacak. Haftada beş gün yazı yazmak çok zor bir iş. Hele yaptığınızı ciddiye alıyorsanız, daha da zordur.
İşte bundan dolayı, sizlerden birkaç haftalık izin rica ediyorum.
Ne mi yapacağım?
Her yılki gibi, Cemre ile birlikte ve yakın arkadaşlarımızı da yanımıza alıp, denizlere açılacağız. Biraz yüzme, biraz dalma ve yine karşınıza geleceğim.
Beni bağışlayacağınızdan eminim.
ANAYASA MAHKEMESİ, BENİM ÖLÜM FERMANIMI YAZAMAZ
Sigara yasağının kaldırılması için, tütün lobisi sonunda atağa kalktı ve konunun Anayasa Mahkemesine götürülmesini sağladı.
Bu oyunun içinde bulunan tüm lokantacılar, kahveciler ve diğer esnaf, biraz daha fazla kazanmak için ellerini kana bulayacaklarını unutmasınlar.
Anayasa Mahkemesi üyeleri de, bu kategoriye giriyorlar.
Yok özgürlükmüş, yok insan haklarıymış, yok eşitsizlikmiş...
Beyler farkında değil misiniz?
Eğer bu yasağı hafifletmeye kalktığınız taktirde, bazı kişilerin ölümüne yol açacaksınız. Sigara dumanlarından dolayı kansere yakalananların istatistiğine bakın, yeter.
Tam yasaklar benimsenmeye başlamıştı.
Tam direniş kırılmıştı.
Tam insanlar dumansız havanın ne anlama geldiğini anlamışlardı.
Anayasa Mahkemesinin bu davaya, insan açısından da bakması ve onlardan beklenen “İnsan’ın yaşama hakkını” da dikkate almasıdır.
Başka bir yaklaşımı düşünemiyorum dahi...
YOO SAYIN BAŞKAN, BU İŞ O KADAR BASİT DEĞİL...
Büyük bir merakla bekliyorum.
ÖSYM Başkanı Prof. Ünal Yarımağan acaba ne yapacak?
Baksanıza, kılavuz kitapçığında ardı ardına hatalar yapılıyor. Öğrenciler şaşkın. Aileler ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kimselerin anlayamadığı açıklamalar yapılıyor. Gerçek hesaplamaların nasıl yapılması gerektiği anlatılırken, ardından yeni hatalar çıkıyor.
Yaşananlar, bir sistemin çöktüğünü gösteriyor.
Başka türlü anlatılabilir mi?
Yarımağan son derece değerli bir bilim adamıdır. Bugüne kadar saygınlığını korumuş ve ciddiyetiyle bizi de etkilemiştir. ÖSYM de bu ülkenin iyi çalışan kurumlarından biridir. Yani bu olayın sorumlularına saygı duyduğumu söylemeliyim.
Çarşamba akşamı CNN TÜRK’te çok ilginç bir program vardı. Sait Gürsoy, bu konuyu ele aldı ve uzmanlarla konuştu. Yarımağan da katıldı. Gürsoy’a bravo, kimsenin yapamadığını yaptı ve Yarımağan’ı ekrana çıkardı. Böylece eğitim camiasında kendine duyulan güveni gösterdi. Yarımağan’a da bravo, zira odasına saklanmak yerine, açıkça eleştirileri karşıladı.
Ancak Başkan’ın sözlerine katılabilmek çok güç.
“...Bunlar ufak tefek hatalardır. Şimdi bunları konuşup öğrencilerin kafalarını karıştırmayalım....” dedikten sonra, yapılan hataları şöyle açıkladı:
“...ÖSYM’nin işi 2.5 misli arttı, oysa yeni eleman alınamadı. Evlerine dahi gidemeden çalışıyorlar...”
İşte bu olmadı.
Bu bir gerekçe olamaz.
Bunu ancak, kendini tepeden bakan Devlet yetkilisi söyler. Oysa benim bildiğim,Yarımağan böyle bir kişi değildi. Yoksa artık o da mı tepeden bakar oldu? Daha da önemlisi bu konu böyle mi geçiştirilecek?
Faturayı kim ödeyecek?
DIŞARIDA ZAFER, OY GETİRMİYOR...
Mehmet Barlas’ın geçenlerde nefis bir yazısını kesip sakladım. Yaşananlara son derece farklı bir açıdan bakıyordu.
İçinde kinaye yoktu.
Tarih dersi vardı.
Bize geçmişin bazı kahramanlarını hatırlatıyordu.
İnsan unutuyor. Çok eskilere gitmeye dahi gerek yok, yakın tarihimize bakmak yetiyor.
Liderlerin ülke dışındaki zaferlerinin ne oranda iç politikaya yaradığını, ne oranda oy’a dönüştüğünü araştırdığınızda hiçte sanılan sonucu vermediği görülüyor.
Dışarıda başarı kazanan lider içerde alkış alıyor, ülke dışında da kimi yerde omuzlarda dolaştırılıyor, kimi yerde kuklaları yakılıyor, ancak herkes ondan söz ediyor.
Ne beklersiniz?
Böylesine bayraklaşmış kişinin, evinde de oyları toplaması ve girdiği seçimlerde fırtına estirmesini beklemez misiniz?
Genelde böyle sanılsa dahi, öylesine çarpıcı örnekler var ki, tam tersinin çıktığını görüyor.
Bunun en tipik iki örneği, Menderes ve Ecevit’tir.
Menderes, 1959-60’ta kelimenin tam anlamıyla Kıbrıs Fatihi’dir.
Üstünde hiçbir hak iddia edemediğimiz Kıbrıs’ta Türklerin söz sahibi olduğunu Rumlara ve Yunanlılara kabul ettirdi ve Londra-Zürih anlaşmalarıyla, Kıbrıs’a resmen Türk bayrağı dikilmesini sağladı.
Sonuç, Askeri bir darbe sonucu devrildi ve asıldı.
Ecevit derseniz, 1974’teki askeri müdahale ile 2'inci Kıbrıs Fatihi unvanını kazandı. Sırf bu zaferini oy’a dönüştürmek için, Erbakan ile koalisyonu bozdu ve erken seçime gitti, ancak beklediği gibi kazanamadı. İktidarını da kaybetmiş oldu.
Diğer ilginç örnekten biri, İkinci Dünya Savaşının en önemli sivil kahramanı sayılan İngiltere Başbakanı Churchill’in büyük zaferden sonraki ilk seçimde hezimete uğraması, diğeri de Baba Bush’un, 1991’deki Birinci Körfez savaşı zaferinden sonraki Başkanlık seçimini kaybetmesidir.
İçerdeki alkışlar, dışarıdaki parlak demeç ve özgüler çok iyidir. Hem lidere, hem de ülke halkına gurur verir, ancak bunlar mide doyurmaz.
İnsanoğlu egoisttir.
Kendini, ailesini düşünür.
İş bulmalı, para kazanmalı ve yakınlara bakmalıdır. Zafer kazananları alkışlar, ancak iş bulamazsa, oy vermez.