Mehmet Ali Birand
 
“TÜRKİYE’ NİN AVRUPA MACERASI...”
 
 

“TÜRKİYE’ NİN AVRUPA

MACERASI...”

 

Cumhuriyet Bayramını fırsat bildim, seyahate gitmek yerine, Ali Karacan’ ın Karadeniz kıyısındaki (Çilingoz) küçük çiftlik evine kendimi kapattım ve “Türkiye’ nin Avrupa Macerası “ adlı kitabımın son rötuşlarını yaptım. Haftalardan beri çalışıyordum, sonunda tamamlayabildim. 17 Aralık’taki kararla birlikte de son noktayı koyacağım.

 

Bu kitabı ilk defa 1978’de, Bir Pazar Hikayesi adıyla yayınlamış, ardından 1999’daki Helsinki doruğunda adaylık statüsü verilmesine kadar kadar geçen süredeki olayları eklemiş ve 2000’de “Türkiye’nin Avrupa Macerası” adıyla güncelleştirerek piyasaya çıkarmıştık. Şimdi de 2000- 2004 arasında yaşananları,  dramatik gelişmeleri, büyük pazarlıkları ekledim. Yıl sonundaki Brüksel doruğunun vereceği karar, uzun bir sürecin sonunu getirecek.

 

17 Aralık’ta ya katılma müzakereleri başlatılmayacak ve bu süreç kapanacak veya müzakereler başlayacak ve bu defa bambaşka ve yepyeni bir döneme girilecek.

 

Hayatımın büyük bir bölümünü verdiğim ve adeta birlikte büyüdüğüm bu kitabın benim için son derece önemli bir yeri var. Bitişinden dolayı adeta hüzün duyuyorum.

                                       

SİYASETÇİLERİN

HAKKINI YEMEYELİM

 

Hafta sonunda kitabı yeni baştan sonuna kadar okuduğum için, şimdiye kadar yeterince değerlendiremediğim, son derece önemli bir saptamamı sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Bizler Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesinde, siyasi kadroların ne denli ısrarlı ve kararlı olduklarının pek farkında değiliz galiba. Oysa, Menderes-Zorlu döneminden başlayarak, bugüne kadar Avrupa Birliği fikri tüm liderler ve siyasetçiler tarafından sürekli ön planda tutulmuştur. Politikacılarımız genelinde, Avrupa’ ya kanca atmayı adeta bir tutku gibi benimsemişler ve tüm güçlüklere rağmen de asılmışlardır.

Kimi daha çok, kimi daha az...Bugün bakıldığında olayın şampiyonluğunu Erdoğan- Gül ikilisi götürüyor. Ancak eskilerinde haklarını yememek gerekir. Bir bilançoya bakarsanız, herkesin payı olduğu anlaşılıyor:

 

Menderes ilk temeli atmış.

 

Ardından betonu İnönü dökmüş, Ankara anlaşmasını- yani ilişkiyi kuran anlaşmayı- imzalamış.

 

Demirel devam ettirmiş ve Ankara anlaşmasını, Gümrük Birliğine taşıyan ve süreci kısaltan Katma Protokol’e götürmüş.

 

Ecevit,  1978’deki büyük ekonomik kriz döneminde bir ara anlaşmayı durdurmuş olsa dahi, 1999’da Helsinki kararlarını kabul ederek en önemli atılımı gerçekleştirmiş.

 

Çiller, 1995’te Karayalçın ile birlikte Gümrük Birliğini büyük mücadele vererek tamamlamış ve Türkiye’nin son derece önemli bir adım atmasını sağlamış.

 

Erbakan, ilk başlarda AB’yi bir Hristiyan klübü olarak niteleyip yerden yere vurmasına rağmen, sonradan o da AB’ci olmuş.

 

Yılmaz, uzun yıllar boyunca, hem de güç koşullarda AB’nin bayraktarlığını yapmış.

 

Bahçeli, partisinin geçmişine ve kadrolarındaki büyük duyarlıklara rağmen, 2000-2002 döneminde uyum paketlerini (Öcalan’ ın infazı dahil) engellemeyerek, Devlet adamlığı örneğini vermiş.

 

Cem, yine koalisyonun en güç döneminde AB ilişkilerini ayakta tutabilmek için müthiş mücadele etmiş.

 

Baykal, muhalefette olmasına, iktidara muhaleti görev saymasına, hatta zaman zaman çok sert eleştiriler getirmesine rağmen, uyum yasalarının geçişinde hiçbir zaman kesin engelleme yapmamış, aksine ya destek olmuş veya sessizce geçmelerini sağlamış.

 

Politikacılarımız, Türkiye’yi Avrupa Birliğine taşımaktan başka bir seçenekleri olmadığını uzun yıllar öncesinden akıllarına koydukları anlaşılıyor. Tutumlarından bunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz.

 

ASKER ELEŞTİRDİ, ANCAK

HİÇ KARŞI ÇIKMADI

 

İlginçtir, aynı araştırmalarım arasında Askerlerin tutumunun da, dışardan görüldüğü kadar siyah- beyaz olmadığı ortaya çıkıyor.

 

Düşünebiliyor musunuz ki, 12 Eylül yönetimi Kenan Evren’in emriyle, AB’ye tam üyelik başvurusunun  (seçimlerden sonra devreye sokulmak üzere) hazırlanması için 1983’ te ilk adımı atmıştır.

Şimdi de, kimi komutanların AB konusundaki tepkisini biz “Avrupa dışında kalmamızı istiyorlar” diye okuyoruz. Oysa yanlış. Türk Silahlı Kuvvetleri de, Türkiye’nin uzun vadeli geleceğinin Avrupa’da olduğunu (özellikle son Irak krizinden itibaren) görüyor. Onların kaygısı, hızlı gidildiği ve Kopenhag Kriterleriyle ülkenin toprak bütünlüğünü korumak ve İslamcılara karşı mücadelenin yeterince yapılamayacağı varsayımından kaynaklanıyor.

 

Anlayacağınız, bizler günün heyecanı içinde herkese tam hakkını veremiyoruz.



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.

 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- BAŞKA BİR DÜNYAYA GİTTİM VE BAKIN NELER GÖRDÜM…
- Levent telgrafçıları başta, hepinize teşekkür ederim
- Dürrüşehvar Sultan’da öldü...
- 12 EYLÜL BELGESELİ BENDEN İZİNSİZ SATILIYOR
- TARKAN’A ÇÖZÜM BULSAK KÖTÜ MÜ OLURDU?
- POWER FM’İN GÜCÜ…
- Kuşadası toparlanıyor...
- BURSA CEZAEVİNDEN MESAJ VAR…
- Ülkenin gündemini en çok iki lider yönlendiriyor. Büyük oranda Başbakan Erdoğan...
- Bodrum belediyeleri: Altın yumurtlayan kazları kaçırmak üzeresiniz
- Lig şimdi yeniden başlıyor...
- Teşekkürler...
- EMİNİM, MÜFTÜ ŞAKA YAPMIŞTIR
- Artık kime inanacağımızı şaşırdık
- Beş gün başka bir dünya'da yaşadım…
- "... Sesimi duyan var mı?"
- Türk kaptanı, Kenyalı rehber kadar olamıyor…
- Ya program ya da koalisyon çökecek
- Kırmızı ışıkta durmayan
- Bilmem farkında mısınız...
- Bu kupa kime ne kadar kazandırdı…
- ALATON’UN KATKILARI
- GS ligden, kendi kararıyla çekilmeli
- Türkiye, Süper Lig mücadelesinde
- Dayatma olmadan hareket edemiyoruz