OFER-KUTMAN, KUŞADASINI
ŞAH MI,ŞAHBAZ MI YAPACAK ?
Kuşadasında kıyametler kopuyor.
Konu, eskiden Fransız Tatil Köyünün bulunduğu ve Emekli Sandığına ait olan 326 dönümlük arazinin üstüne ne yapılacağı ile ilgili.
Arazi, kasım 2005 tarihindeki bir ihale ile 34 milyon 500 bin dolara Global-boğaziçi ortaklığı tarafından alındı. İhale şartnamesine göre, buraya yüzde 20, iki kat yükseklik korunarak bir tatil köyünün yapılmasından söz ediliyordu.
İhalenin hemen ardından Ofer-Kutman ortaklığının bu bölgeyi çok daha farklı değerlendirmek istediği anlaşılıverdi. Önce 30 katlı 2 blok,15 katlı 4 blok ve 2 katlı binalar yapmayı önerdiler. Ardından, 500 yataklı bir tesis ve etrafına da yüzlerce konut önerisi geldi. DHA’nın Kuşadası muhabiri Latif Sansür’ün haberlerine göre, bu teklif imarı yüzde 20’den 85’e çıkarıyordu.
Müthiş bir tepki doğdu.
Fransız tatil köyü bölgesinin tamamen konut yapılıp satılacağı izlenimi yoğunlaştı.
Nitekim 7.7.06’da Kuşadası belediyesi bir oturumda, Ofer-Kutman ortaklığının başvurusunu, sanki bir oldu bittiğe getiriyorlarmış izlenimi verecek şekilde, AKP ve DYP oylarıyla kabul etti..İhaledeki oranlar değiştirildi ve yüzde 20 yerine yüzde 53 imar ve 2 kat yerine 12 kat izni verildi.Anlaşılan, Bodrum’da da çok uygulanan ,yarısı turistik tesis, yarısı satışa çıkarılacak evlerden oluşan bir projeye yeşil ışık yakılmış oldu.
Bu projenin duyarlıklar dikkate alınmadan ve yeterince bilgilendirilmeden çıkarıldığı apaçık ortada.
Tabii şimdi çok kimse aynı soruyu soruyor:
“Nasıl oluyorda, ilk ihale yapılırken dar bir alana inşaat izniyle ve 34 milyon dolara satılan bu bölgeye sonradan neredeyse bir misli inşaat izni verildi. Ofer-Kutman’a büyük bir rant sağlanırken, acaba birilerinin cebine de para girdi mi ? “
Ortada hiç normal olmayan bir durum var.
Ancak, Kuşadası belediye başkanı Fuat Akdoğan farklı düşünüyor.
“ Bu sayede Kuşadasına 300 milyon dolarlık dev bir turizm kompleksi yapılacak. Kuşadası bu sayede, artık turistik yönünün bittiği söylenirken dirilecek..” diyor.
Ofer-Kutman ortaklığının elindeki projede büyük bir otel, marina var. Arkalarda ise rezidanslara yer verilecek.
Şimdi hepimizin beklediği, bu projenin tüm ayrıntılarıyla kamu oyuna açıklanması, anlatılması ve Kuşadalılar için ne yarar sağlayacağının ortaya konmasıdır.
Nedeni de çok basit, sözü edilen bölge Kuşadasının en güzel yeridir.
Bakalım bu proje Kuşadasını şah mı, yoksa şahbaz mı yapacak ?
BRÜKSEL’DE FARKLI
BİR TÜRKİYE VAR..
Türkiye gibi, içerden baktığınızda farkıl, dışardan baktığınızda çok daha farklı görünen başka ülke gösteremezsiniz.
İçerdeki durum içler acısı. Neredeyse birbirimize girecekmişiz gibi bir hava esiyor. Sanki, seçimler daha dün yapılmamış; sanki iktidar yüzde 47 oy almamış ve azınlıktaki bir parti anayasa değişikliğine gidiyormuş, ülke laikliğini kaybedecek ve bir din devletine kayılmak üzereymiş gibi bir ortamda yaşıyoruz. Büyük bir kavga başlamak üzereymiş gibi bir havadayız. Toz duman, göz güzü görmüyor.
Aynı Türkiye’ye, bir de Brüksel’den bakarsanız hayretler içinde kalıyorsunuz.
Türkiye, krizini demokrasi içinde atlatmış... Kimselerin itiraz edemediği bir seçim yapmış... Bölgenin en istikrarlı ülkesi... Şimdi de, askeri dönemden kalma anayasasını değiştiriyor ve dirençlerle karşılaşıyor...
Brüksel’deki manzara böyle.
Acaba hangisi doğru?
Paramparça bir Türkiye mi?
Yoksa, bölgenin tek istikrar adası sayılan Türkiye mi?
Ne biri, ne diğeri... Herhalde ikisinin arasındaki bir Türkiye’de yaşıyoruz.
BRAVO DOĞRUSU...
İbrahim Kabaoğlu ile Baskın Oran’ın hazırladıkları “Azınlıklar ve Kültürel Hakları” raporunu “halkı kin ve düşmanlığa tahrik edici” görmek ve daha da önemlisi “alt kimlik üst kimlik ayırımı, eleştiri ve düşünce özgürlüü sınırlarını aşar” kararı vermek içirn, insanın kendini çok zorlaması gerekir.
Yargıtay 8 inci Ceza Dairesinin ise, bu kararı verirken pek zorlanmamış bir hali var.
Bu dava, Türkiye’nin düşünce özgürlüğü konusunda hala ne kadar gerilerde kaldığının, Avrupadaki kriterlerin ne kadar uzağında yaşadığının en açık simgesidir.
Aslında ülkenin büyük bölümü artık değişim istiyor. Ancak bir azınlık var ki, 80 yıldır elinde tuttuğu ve hoyratça kullandığı bir düzenin değişmemesi için elinden geleni yapıyor, direnmeyi sürdürüyor.
Bu işin sonu yok.
Değişim gerçekleşecek.
Belki zor olacak, belki uzun sürecek, ancak eninde sonunda Türkiye değişecek.
KUZEY IRAK, TÜRKİYE’DEN
UZAKLAŞIYOR...
Kuzey Irak’ın Kürt yönetimi çok hata ediyor.
Ekonomik açıdan, Türkiye’den uzaklaşıyor.
Bundan kısa süre öncesine kadar, Türkiye Kuzey Irak’ın hayat borusu, Kuzey Irak’ta Güneydoğu’nun kazanç kapısı olarak bilinirdi.
350 civarında Türk firması, resmen Kuzey Irak’ta iş yaparlar ve ticaret hacmi yıllık 2,5 milyar dolar civarında dönerdi.
Son iki yıldır, hem Türk iş çevrelerinden, hem de Kuzey Irak’lılardan aldığım tüm haberler, yerli ve yabancı medya’da çıkan yazılar, bölgenin nabzını tutan gazeteci-iş adamı kimliğiyle konuşan İlnur Çevik’in verdiği bilgiler, hep aynı gerçeğe işaret ediyor: “Kuzey Irak yönetimi, Türk işadamlarını zorluyor ve Türkiye ile ekonomik ilişkileri azaltmaya çalışıyor...”
Kısa bir süre öncesine kadar, Kürt dükkanları Türk ürünleriyle doluydu. Türk mütahitleri inşaat sektörünü ellerinde tutarlardı.
Bu rüzgar artık tersine dönmüş durumda.
Raflardaki Türk ürünleri azalıyor, mütahitlerimiz geri dönüyor. Malların yerini Çin ve Güney Kore malları alıyor. Ürdün ve Lübnanlı mütahitler de, Türklerin işlerini yükleniyorlar.
İlnur Çevik’e göre, üst düzeyde böyle bir karar alınmış değil. Ne Mesud Barzani, ne de Neçirvan Barzani, Türkiye ile ekonomik iplerin koparılmasını istiyorlar. “ancak bürokrasi, Türkleri kaçırtmak için ellerinden geleni yapıyor” diyen Çevik, Kürt yönetiminin bu yaklaşımının çok yanlış olduğuna dikkat çekiyor.
Belki kesin ve resmi bir karar yok. Ancak Kuzey Irak’ın Türkiye’ye bağımlılık yaratacak ilişkileri azaltma çabası açıkça ortada. Bunun, kendi içinde bir mantığı da var. Her an, herşeyi kesmekle tehdit eden Türkiye’ye muhtaç olmamaya çalışıyorlar.
Ancak, hatalı hareket ediyorlar.
Siyaset bugün böyledir, yarın değişir. Ancak Kuzey Irak, yanı başındaki Türkiye’ye sırtını dönüp Çin veya Güney Kore’den ihtiyacıını ne oranda karşılayabilir ki... Türk mütahitlerin aldığı riskleri başka kimler alabilir? Ürdün veya Lübnan’lıların gücü yeter mi?
Bizde hatalıyız... Irak Kürtleri de hatalı...
Bu iki ülke birbirinden ayrılamaz.
İNCE BU
KONUDA HAKLI...
Özdemir İnce’nin bir çok konudaki yaklaşımını paylaşmam. Hele Avrupa Birliği ile ilgili yazdıkları tek kelimeyle bilgisizlik örnekleridir. Garip bir Ulusalcılık merakı veAB’yi tanımaması, onu Avrupa düşmanlığına iter.
Aynı İnce, Hürriyet’teki (19 Eylül Salı) yazısında çok doğru bir noktaya değindi ve “destek istiyorum” çağrısı yaptı:
“İmam hatip okullarının amacı, 430 sayılı ve 3 Mart 1924 tarihli Öğrenim Birliği Yasası'da saptanmıştır: "Milli Eğitim Bakanlığı'nca, yüksek din uzmanı yetiştirmek için üniversitede bir İlahiyat Fakültesi açılacak ve imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için de ayrı okullar açılacaktır." (Yani imam hatip okulları açılacak!) Türkiye'de huzurun ve demokrasinin gerçekleşmesi öğrenimin laik kalmasına, dolayısıyla imam hatip okullarının sadece imam ve hatip yetiştirmesine, ilahiyat fakültelerine öğrenci hazırlamasına bağlıdır. Bu husus Yeni Anayasa'ya mutlaka girmelidir. Öneri benden!”
Çok yerinde bir öneri...
İmam Hatip Okullarını gerçek işlevlerine geri döndürmeliyiz. Bu okullardan mezun olanlar, bilgili din adamı olarak topluma hizmet vermeye başladıklarında, dengeler çok değişecektir.
Bu konuda tek sorun AKP’dir.
İktidar partisi acaba böylesine cesur bir adım atabilecek mi? Atabilse, bu ülkeyi inanılmaz rahatlatır. Kendi de rahatlar...
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|