Mehmet Ali Birand
 
TÜRKİYE, PAMUK İLE GURUR DUYUYOR…
 
 


TÜRKİYE, PAMUK İLE

GURUR DUYUYOR…

                                                                 

Nobel ödülünün ne anlama geldiğini bilmeyenler, bu olayın önemini anlayamazlar. Anlamalarına da imkan yoktur. Hele Türkiye gibi bir ülke için, bu Nobel ödülü çok daha önemli.

           

Nedeni de, ne yazık ki Türkiye bir kültür ülkesi değil.

           

Özellikle uluslararası alanda, Türkiye’nin kültür alanındaki karnesi sıfırlarla doludur. Nedense, önem verir gibi görünsek dahi, folklor danslarıyla yetinmeyi tercih ederiz. Kültürü hep ikinci plana iteriz.

           

Tiyatro deseniz, izimize rastlanmaz.

           

Film dünyasında Türk bulmak çok zordur.

           

Kitap okumamakla övünen, genç kuşaklarının kültürünü TV dizileriyle elde eden bir toplumun içinden bir Orhan Pamuk’un çıkması ve dünyanın en prestijli edebiyat ödülünü kazanmasının getirisi çok büyük olacaktır.

           

Avrupa’daki Türkiye aleyhtarları ve Türkiye’yi Avrupa’nın dışında tutmak isteyenleri duyar gibiyim. İlk bölümdekiler “Nobel komitesi hata etmiş. Türkiye hayatında göremeyeceği bir kuş yakaladı. Bir daha böyle bir şey olmaz.” derken, bizim aramızdaki garibanlar da “Pamuk Ermeni ve 301 konusunda gürültü çıkarttığından dolayı Nobel’i aldı” diyecekler.

 

Orhan Pamuk’a dışarıda ödüller verilirken, bizde dayak atılıyor, yerden yere vuruluyor. Ancak bütün büyük insanların kaderleri de böyle değil midir? Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, Pamuk bu ülkeye çok şey kazandırmıştır.

 

Kim ne derse desin.

           

Orhan Pamuk kazandı. Onun sayesinde de bizler kazandık.

           

Onurlandık.

           

Gururlandık.

 

 

 

 

 

301’DEN KURTULMANIN

TAM ZAMANIDIR...

Fransız Parlamentosu’nda, Ermeni diasporasının en önde gelen isimlerinden biri olan Deveciyan’ı dinlerken sinirden deli oldum. Türkiye’nin kendilerine fikir özgürlüğü dersi veremeyeceğine dikkat çeken Deveciyan, 301’inci maddeyi örnek gösterdi ve 301 yüzünden Hırant Dink’in “Soykırım vardır” dediği için cezalandırıldığını söyledi.

           

Doğru.

           

Kendi kazdığımız kuyuya düştük. Oysa, asıl Fransa fikir özgürlüğünü mahvediyor. Buna rağmen, 301’den yakalandığımız için, üstümüzde tepinebiliyorlar.

           

Bilmem farkında mısınız, Fransa Ermeni yasasından dolayı fena dayak yedi. Belki umurlarında değil, belki sırf iç politika nedeniyle eleştirileri görmezden geliyorlar, ancak yine de yaralandılar.

           

Türkiye’nin gücü 301 gibi maddelerden kurtuldukça artacaktır.

           

Başkalarını örnek göstermeyi bir kenara bırakalım ve 301’i sakıncalı durumdan çıkaralım. Bunun başka bir çıkışı yok.

           

Görüyoruz ki, bizler bazı adımları atamazsak, dışardan gelip bize adım attırtıyorlar. Biz kendimize güvendikçe, doğruları savundukça kazanırız.

           

Bırakın, Fransızlar ne isterlerse yapsınlar.

           



 

ANDIÇ’I BULANDIRMAK

İSTEYEN Mİ VAR?

 

Salı günkü Yeni Şafak gazetesinde Sabah gazetesi eski yazıişleri müdürü, son dönemde genel yayın yönetmeni ve şimdiki köşe yazarı Ergun Babahan’ın bir söyleşisinde “Birand Sabah Gazetesi’nden, sadece ANDIÇ nedeniyle gönderilmedi.  ANDIÇ bahane oldu. Yönetim ondan hoşlanmıyordu... İsteseler arkasında durabilirlerdi... Bunda o zamanki kişisel çatışmaların ve anlaşmazlıkların rolü olabilir...” diyordu.

 

Çok şaşırdım.

 

Özellikle bu sözlere ve bunların Babahan tarafından söylenmesine şaşırdım...

 

Zira 28 Şubat  1997’den bu yana bilmediğim bir durumda  karşılaşmış oldum. Ne Ergun Babahan, ne o dönemin Genel Yayın Yönetmeni Zafer Mutlu, bana özel anlaşmazlıktan dolayı yazılarımın kesildiğini söylemişlerdi. Her ikisi de, özellikle severek birlikte çalıştığım Babahan, asker baskısı sonucu yazılarımın yayınlanamayacağını  belirtmişlerdi.

 

Bununla da kalmadı, hangi askerin (Özellikle Çevik Bir ve Özkasnak)  ne zaman SABAH’ı aradığını ve benim hakkımda ne gibi tehditlerde bulunduklarını, dönemin Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge dahil, tüm yöneticilerden dinlemişimdir. Zaten adımın ANDIÇ belgesinde açıkça belirtilmiş olması da, bu sözleri doğrulamıştır. 10 yıla yakın süredir, başta Dinç Bilgin olmak üzere, (Babahan dahil)  üzüntü dolu, kendilerini temize çıkartan konuşmalar yapmışlardır. Ve nihayet Dinç Bilgin’in Nazlı Ilıcak ile yaptığı söyleşiyi hatırlıyorum. İşten atılmamı bir “ayıp” olarak niteliyordu. “Hata ettik” diyordu.

 

Neden bunca zahmete girdiler ki...

 

Demokrasi ve medya tarihinin en önemli utanç dolu belgelerinden ANDIÇ ile kendilerini lekeleyeceklerine, çıkıp “M. Ali ile anlaşamadık, işten çıkardık” deyiverirler ve bu iş biterdi. Hadi onu düşünmediler, birkaç gün sabredip işime son verebilirler, böylece kendilerini suçlanmaktan kurtarabilirlerdi.

 

Eğer gerçekten SABAH yönetimi, ANDIÇ’ı benim yazılarımı kesmek için bir bahane olarak kullandıysa, daha da büyük bir kötülük yapmıştır. Zira bu şekilde benim ve ailemin hayatını tehlikeye atmışlardır. Örneğin, İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın vurulması gibi...

 

Ben hiçbir zaman ANDIÇZEDE olmadım ve bundan dolayı dövünmedim. Hemen hemen hiç konuşmadım ve bunun reklamını da yapmadım. SABAH’tan çıkarılmak  umurumda bile değildi. ANDIÇ olayı, benim için aptal  bir yol kazasıydı, o kadar.

 

Ergun Babahan’ın şimdi çıkıp böyle bir şey söylemesini doğrusu yadırgadım. Şimdiye kadar çok birlikte olduk, ancak böyle bir ayrıntıdan hiç söz etmedi. O gazetenin “yazıişleri”,  kendi iki yazarını kumpasa getiren o provokatif belgeyi büyük bir keyifle (!) yayınlamadı mı? Ben yazının çıktığı günün akşamı işten atılmadım mı? Bu atılma kararını bana bildirenler gerekçe olarak ANDIÇ’ta bize yönelik yapılan suçlamaları ve askerin baskısını göstermedi mi? Ergun Babahan’ın şimdi çıkıp, benim dahi ilk defa duyduğum böyle bir değerlendirmede bulunmasını anlayabilmiş değilim.

 

Beni asıl kaygılandıran şey ise başka: Eğer Çandar’ın yazılarına ANDIÇ nedeniyle bir engelleme yapılmamışsa ve eğer ben de ANDIÇ nedeniyle işten atılmadıysam, o halde ANDIÇ denilen provokasyon belgesi Türk basınında ve demokrasi tarihinde o kadar da önemli bir hadise değildi.(!)

 

Acaba ANDIÇ sorunu bu yöne mi çekilmek isteniyor? Sulandırılmaya mı çalışılıyor? Niyet bu ise, Babahan’a bunu hiç yakıştıramam.

 



BABA OLMAK GÜZEL ŞEY…

 

Kuşkusuz bu duyguyu yaşayan herkes, benim hislerime katılacaktır. Dünyanın en güzel şeylerinden biri baba olmak. Geleneksel Türk aile yapısında baba biraz daha geride duran ve otoriteyi temsil eden figür olarak gösterilse de, bu tabu her geçen gün aşılıyor…

 

Çocuğun gelişiminde anne kadar baba da etkili çünkü.

 

İşte Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) 1996 yılından beri Baba Destek Programı’nı uyguluyor.. Amaç babaları çocuk gelişimi konusunda bilinçlendirerek çocukların kapasitelerini arttırmak. AÇEV’in geliştirdiği bu program 10 yıldan bu yana 8000 kişiye ulaşmış. Şimdi ise daha fazla kişiye ulaşmak için  bir TV programı hazırladılar. “Baba Olmak Güzel Şey” adlı program 7 Ekim Cumartesi günü, NTV’de saat:11:00’de ekrana gelecek.

 

Ben merakla bekliyorum…

 

Tüm babalara ve baba adaylarına da izlemelerini tavsiye ediyorum.

 

Çünkü baba olmak güzel şey…

 

 

 


YENİ BİR ŞİVA

 

32.Gün’den kimler gelip kimler geçiyor..

 

Mesleklerinin doruklarına ulaşanları  izlemek ise  biz 32. Gün ailesini gururlandırıyor.

 

Meltem İnan da 1994 yılında bizimle başlamıştı gazeteciliğe.

 

Sonra belgesel alanında yetiştirdi kendisini.

 

Şimdi ise ilk romanı Yeni Bir Şiva” ile karşımızda. ( Dharma Edebiyat 0 212 249 10 65)

 

Üstelik bu aralar çok popüler olan bir konuyla.. Hindistan ve değişim. Ancak gazetecilikten gelmesinin bir özelliği olsa gerek, konuyu bambaşka bir açıdan ele alıyor. Yani gazetecilik deyimiyle; konuya takla attırıyor. Roman kahramanları Hindistan’a gitmiyor, Hindistan onların ayağına geliyor.

 

Meltem belgeselciliğini de kullanarak, dini ve mitolojik öykülerle süslediği romanında masalsı bir tat sunuyor okuyucularına.

 

Aferin ona…





SEÇİM İTTİFAKI


Geçtiğimiz hafta Liberal Demokrat Parti’den “Seçim ittifakı” çağrısı geldi.. Malum, 2002 seçimlerinde AK Parti %34, CHP  %19 oyla meclise girdi.. Seçim barajının % 10’la sınırlanması yüzünden % 45 gibi yüksek bir oran, TBMM’de temsil şansı bulamadı..

 

LDP Genel Başkanı Cem Toker’in çağrısı da, küçük partilere  % 10 barajını aşıp Meclis’e girme imkanı yaratmayı hedefliyor..

 

Parti’den yapılan açıklamada “Güncel kamuoyu anketlerinde %10 seçim barajını geçmesi olası görünmeyen siyasi partilerin program ve siyasi ideolojilerini bir kenara bırakarak, asgari müşterek olan Cumhuriyet ilkelerinin korunması ve ülkemizde temsili demokrasinin gerçekleşmesi’ için Genel Başkanlar düzeyinde bir araya gelerek, ortak belirlenecek bir parti çatısı altında seçim ittifakını görüşmelerini önermekteyiz” deniyor..  Yani hangi partinin çatısı altında, hangi isimle seçimle girileceğine karar vermek için görüşme önerisi yapılıyor.. İttifak gerçekleşirse, bunun “alternatif siyasi oluşum” beklentilerini karşılayacağına inanılıyor..

 

Bakalım hangi partiler bu çağrıyı dikkate alacak?

 

 

 



Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- BAŞKA BİR DÜNYAYA GİTTİM VE BAKIN NELER GÖRDÜM…
- Levent telgrafçıları başta, hepinize teşekkür ederim
- Dürrüşehvar Sultan’da öldü...
- 12 EYLÜL BELGESELİ BENDEN İZİNSİZ SATILIYOR
- TARKAN’A ÇÖZÜM BULSAK KÖTÜ MÜ OLURDU?
- POWER FM’İN GÜCÜ…
- Kuşadası toparlanıyor...
- BURSA CEZAEVİNDEN MESAJ VAR…
- Ülkenin gündemini en çok iki lider yönlendiriyor. Büyük oranda Başbakan Erdoğan...
- Bodrum belediyeleri: Altın yumurtlayan kazları kaçırmak üzeresiniz
- Lig şimdi yeniden başlıyor...
- Teşekkürler...
- EMİNİM, MÜFTÜ ŞAKA YAPMIŞTIR
- Artık kime inanacağımızı şaşırdık
- Beş gün başka bir dünya'da yaşadım…
- "... Sesimi duyan var mı?"
- Türk kaptanı, Kenyalı rehber kadar olamıyor…
- Ya program ya da koalisyon çökecek
- Kırmızı ışıkta durmayan
- Bilmem farkında mısınız...
- Bu kupa kime ne kadar kazandırdı…
- ALATON’UN KATKILARI
- GS ligden, kendi kararıyla çekilmeli
- Türkiye, Süper Lig mücadelesinde
- Dayatma olmadan hareket edemiyoruz