Türkiye’nin önüne yeni bir altın fırsat çıkmış durumda. Geçen yılki Açılım girişiminden alınan derslerle birlikte, Kürt-PKK sorununun çözümüne doğru son derece bilinçli adımların atılacağı bir sürece giriyoruz. Artık PKK da, Türk Devleti de bu mücadeleyi silahla çözemeyeceklerini anladılar. Şimdi bundan sonra, hem Kandil hem de Ankara’nın durumu eskiye oranla çok daha ciddiye alması gerekiyor.
Geçen yılki Açılım girişiminin, acemilikten kaynaklanan hatalar sonucu kesilmesi, moralleri bozmuş ve genel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte de, yumuşama ümitleri suya düşmüştü. “Bakalım, seçim sonrası yeniden hareketlenilir” diyorduk.
Şu anda gelinen nokta, büyük bir sürpriz oldu.
İçişleri Baskanı Atalay, durmadan “Çalışmalar yapılıyor, önemli adımlar atılacak” diyor, ardı ardına Kuzey Irak ile temaslar yapılıyordu da, kimse böyle bir noktaya gelineceğini tahmin etmiyordu.
Her şeyin başında, hem Türk Devleti hem de PKK’nın, artık silahla, sınır dışı operasyonlarla, sokak gösterileri veya sert demeçlerle bu mücadeleyi kazanamayacaklarının anlaşılması geliyor.
Artık tek çıkışın siyasetten geçtiği anlaşıldığı için bu noktaya gelindi.
KARAYILAN RİSK ALIYOR...
Eylemsizlik kararının 8 ay süreyle uzatılması, PKK açısından önemli bir ödündür. Zira 8 ay süreyle gerillayı dağda eylemsiz, çözüm istemeyen komutanları kontrol altında tutmak çok zordur. Karayılan, kendi açısından risk almaktadır. Silahla değil, düz ovada siyaset yaparak yoluna devam etmek istediğini açıkça ortaya koymuştur.
Şimdi, kimileri ortaya çıkıp “Tabii kardeşim, önümüz kış, işlerine geldiği için böyle hareket ediyorlar” demesin. Eylemle beslenen binlerce kişiye, sekiz ay silah taşımayacaksın, demek kolay değildir.
Türkiye topraklarında eli silahlı insan dolaştırmamak kararı ise, hiç mi hiç kolay değildir.
BİZ DE TETİK ÇEKMEMELİYİZ...
Kendi kendimizi aldatmayalım.
Terörü durdurmak istiyorsak, beğenmesek dahi, bizim de üstümüze düşenler vardır. Bunların başında da, Türk Güvenlik Kuvvetleri'nin, bundan önce olduğunun aksine, daha dikkatli davranması ve varılan anlaşmaya uyması gerekir. Bu tutum, güvenlikçilerin, PKK karakol basıp insan öldürmeye kalkarsa, durumu seyretmeleri anlamına tabii ki gelmiyor. Eylem, anında karşılığını bulmalı, ancak eylem yoksa, dağlarda insan avına çıkılmamalı.
Çok güç bir şeyden söz ettiğimi biliyorum. Ancak, terörü durdurmak için ne gerekiyorsa yapmak gerekiyor. Tabii bu konuda asıl sorumluluk PKK’ya düşüyor. Kuvvetlerini sınır dışına çıkarabildiği taktirde, Güvenlik Güçleri de rahatlayacaklardır.
ÖCALAN GÜCÜNÜ YİNE GÖSTERDİ...
Kim ne derse desin, Öcalan bundan önce olduğu gibi, bu defa da gücünü gösterdi. İmralı’yı sürekli taşlamak yerine, nefes alınmasına yardımcıysa, günlük yaşamında daha fazla eziyet çektirmenin de bir anlamı olmamalı.
Bu çerçevede, BDP’nin de hakkını yemememiz gerekiyor.
Yıllarca itip kaktık, yapmadığımız eziyeti bırakmadık, ancak bugün gelinen şu noktaya bakıyoruz ki, partinin önemli bir katkısı olmuş. Beğenmediğimiz sözler duyduk, ancak onların da belirli bir barış sürecine ihtiyaç duydukları anlaşılıyor.
AKP İSTERSE TARİHE GEÇEBİLİR...
Ak Parti eğer bu defaki süreci iyi yönetebilirse, gerçekten terörün önüne geçebilir ve tarihe geçer. PKK’nın silah bırakması ve düz ovada siyasetin önünün açılması, iktidarın cesur adımlarına bağlıdır.
Seçime kadar ki dönemde atılacak her adım, belki oy kaybettirebilir, ancak Erdoğan sadece bu konuda Kılıçdaroğlu’nu ikna edebilirse, ikisi Türkiye’nin önünü açarlar. Ben CHP’nin sırf oy uğruna bu süreci baltalayacağını hiç sanmıyorum. MHP konusunda aynı şeyi söyleyemem, ancak bugünden itibaren kilit parti CHP’dir.
Türkiye için yine ümitli günler başlıyor.
Birileri bozana kadar tabii...
* * *
TÜRKİYE’NİN GERÇEK DOSTU: YEŞİLLER...
Türkiye’nin Avrupa’daki siyasi partiler arasındaki en sağlıklı müttefiki Yeşiller Partisi’dir.
Sorunlarımızı çok doğru saptarlar ve bizi anlayabilmek için de özel çaba gösterirler. Başkaları gibi, kulaktan dolma bilgilerle, klişeleşmiş sözlerle karşımıza çıkmazlar. Konuyu iyi bilirler ve hem desteklerini, hem de eleştirilerini esirgemezler.
Avrupa’da, Türkiye’ye gelip gelişmeleri ilk elden öğrenmek ve görüşlerini açıklamak için özel toplantı yapan tek partidir.
Yine İstanbul’dalar. Pazartesiden itibaren, son derece yoğun katılımlı “Avrupa’da Türkiye” konulu bir konferansta, AB-Türkiye ilişkileri ele alındı. Heinrich Böll Stıftung’un Türkiye temsilciliğiyle birlikte gerçekleşen bu konferans, hem Yeşillerin yaklaşımlarını öğrenmemize hem de bizim ne düşündüğümüzü anlamaları için olanak yarattı.
Yeşillerin yıldızları da oradaydı: Helene Flautre, Daniel Cohn- Bendit, Monica Frassoni, Rebecca Harm, Franzika Keller.
Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne doğru yürüyüşüne, başından beri arka çıkmışlardır.
Hiç unutmam, bugün Yeşillerin en güçlü isimlerinden biri olan Daniel Cohn- Bendit, 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması parlamentoda tartışılırken, söz aldı. Hristiyan Demokratlar, Türkiye ile Gümrük Birliği Anlaşması'nı hararetle destekliyorlardı. Danny özellikle Alman Hristiyan Demokratlara dönüp “Türklerin Gümrük Birliği'ni alkışlıyorsunuz, ancak yarın tam üyelik başvurusu yaptıklarında karşı çıkacaksınız. İki yüzlülük yapıyorsunuz. Türklerin, Gümrük Birliği ile yetinmesini istiyorsunuz” demişti.
Dedikleri aynen gerçekleşti.
Avrupa Parlamentosu'ndaki Yeşiller Grubu'nun Türkiye’ye bu kadar sağlıklı davranmasının temelinde, kendi ilgileri olduğu kadar, Ali Yurttagül gibi bir danışmanlarının olmasını da eklemeliyim.
Türkiye’nin AB ilişkilerine önem veren herkesin, Yeşillere kulak vermesinde çok yarar var. Bu defa da çok yapıcı eleştirilerde bulundular. Başbakan ile görüşerek, Ak Parti İktidarını, birçok konuda uyardılar.
Dostluk buna denir...