GELİN CASUS BELLİ
TEHDİDİNDEN VAZGEÇELİM
DAVOS
Eskiden “casus belli” kelimelerini çok sık kullanırdık.
Türkçeye tam çevirisi “savaş nedeni” dir.
Komşularımızla ilişkilerimizin temelinde, hep “eğer böyle yaparsanız, bu savaş nedeni sayılır” mantığı ve sözleri yatardı.
Bu yaklaşımın bir gerekçesi bizim askeri gücümüzü kullanmak veya kullanacağımız, izlenimi verme merakı veya alışkanlığımız idi. Uzun diplomatik çabalar, sabır isteyen müzakeler yerine, pazularımızı göstermek daha kolayımıza gelirdi veya o günlerin diplomasi anlayışı böyle idi.
Ancak bu tutum, Türkiye’nin tetik meraklılığından çok komşularının yaklaşımından da kaynaklanıyordu.
Suriye ile PKK kavgası, Irak ile su kavgası, Ermenistan ile soykırım kavgası, Kıbrıs ile bilinen kavga ve nihayet Yunanistan ile Ege kavgası yaşandığı yıllardı.
1995 yılında “Casus Belli” böyle bir ortamda, ilk defa sadece siyasi demeçlerde değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen bir deklarasyonla duyuldu.
Birleşmiş Milletlerin ünlü Uluslararası Deniz Hukuku anlaşması Yunanistan tarafından kabul edilmişti. Bu anlaşma, karasularının 12 mile çıkarılmasına imkan sağlıyordu. Yani, Yunanistan isterse Ege’de karasularını bugünkü 6 mil’den 12 mile çıkarabilecekti. Uluslararası hukuk açısından, buna hak kazanıyordu.
Yunan hükümeti, anlaşmayı imzalarken bir açıklama yaptı. Uluslararası hukuk açısından Ege’de karasularını 12 mile çıkartma hakkı olduğunu, ancak bu hakkını kullanmadığını, ilerde gerekirse veya isterse kullanabileceği mesajını verdi.
Bu açıklama Ankara’yı çok rahatsız etti.
Tam o sıralarda Yunanistan, resmi politika olmasa dahi, PKK’ya destek verdiği izlenimini hiç saklamıyor, Atina’da PKK yanlıları sık sık Türk Büyükelçiliği önünde gösteri yapıyorlar, PKK’lıların yaşadıkları kamplar artıyor, Yunanlı eski-yeni politikacılar Öcalan’ı Bekaa vadisinde ziyaret ediyorlardı.
Bir yandan, Ege’de 12 mil tehdidi, öte yandan PKK ile flört, Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliği artırmıştı.
İşte bu ortamda , TBMM Genelkurulu ortak bir açıklama yaptı:
“ Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yunanistan Hükümeti’nin Lozan’la kurulmuş dengeyi bozacak biçimde Ege’deki karasularını 6 milin ötesine çıkarma kararı almayacağını ümit etmekle birlikte, böyle bir olasılık durumunda ülkemizin hayati menfaatlerini muhafaza ve müdafaa için Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere, tüm yetkilerin verilmesine ve bu durumun Yunan ve Dünya kamuoyuna dostane duygularla duyurulmasına karar verilmiştir.”
Bu açıklama, Türk hükümetine moral destek vermekten başka birşey değildi, ancak ilişkileri daha da gerdi.
10 YIL SONRA
MANZARA BAMBAŞKA
Aradan 10 yıl geçti.
Bugün manzara artık çok farklı.
Yunanistan zor dahi olsa PKK yaklaşımını değiştirdi ve daha da önemlisi, kendi kendiyle hesaplaşmayı bildi. Türkiye’yi eskisi gibi “tehdit” olarak görmekten vazgeçti. Eskiden Avrupa Birliğine yakınlaşmasını dahi engellerken, şimdi Katılma Müzakerelerine başlama tarihi verilmesi için en çok uğraşan ülke oldu. Kıbrıs’ta çözümü zorlaştırmamaya özen gösterdi.
Özetle, Türk-Yunan ilişkileri artık yepyeni bir havaya girdi. Karşılıklı silahlanma yarışı, büyük oranda bırakıldı. İki ülke başbakanı birbirlerini sık sık ziyaret ediyorlar, kucaklaşıyorlar,
Ne Yunanistan’da, ne de Türkiye’de artık sert demeçler vermek, tehditlerde bulunmak ve gerginliği arttırmak prim yapıyor. Her iki toplum barışın tadını tattı ve tekrar eski gerginliklere geri dönülmesi istenmiyor.
Bu arada Türkiye, 3 Ekim’de AB ile katılma müzakerelerine başlayacak. Bu müzakerelerin olumlu sonuçlanmasının en önemli koşullarından biri de, komşularla sorunların çözülmesi.
SAVAŞ TEHDİDİ
NEYE YARIYOR?
Böyle bir ortamda, ne Yunanistan Ege’de karasularını 12 mile çıkartabilir, ne de Türkiye Yunanistan’a savaş açabilir.
O zaman, TBMM’nin 8 Haziran 1995 tarihli, sembolik anlamı olan ünlü çalışmasının ne önemi var?
Bence artık hiçbir önemi ve etkisi yok. Kağıt üstünde kalmış, eski günleri hatırlatan bir anı...
O zaman, TBMM’nin bu deklarasyonunu iptal etmesi veya koşullar karşısında geri çektiğini açıklaması ilişkilere ne etki yapar?
Bence, Karamanlis hükümetine ve Yunan kamuoyuna, 17 Aralık öncesi yaşananlar ve karar sırasındaki tutumlarından duyulan memnuniyet gösterilmiş, son derece önemli ve güçlü bir mesaj verilmiş, Ege sorunlarının çözümünü öngören müzakerelere yeni ivme kazandırılmış olur.
Avrupa birliğine Türkiye’nin hem Yunanistanla sorunları, hem de Kıbrıs’ı çözmek konusundaki ciddiyeti gösterilmiş olur.
Bu öneriye karşı çıkanların ne söyleyeceklerini şimdiden duyuyor gibiyim: “Yunanistan, 12 mile çıkmayacağı güvencesini vermedikçe, biz neden geri adım atalım. TBMM’nin açıklaması, Yunanistan’ın açıklamasını dengelemek için yapılmıştı. Neden tek taraflı ödün verelim?” diyeceklerdir.
BU ÖDÜN DEĞİL,
BİR JEST’TİR
Böyle bir adımı, ödün olarak görmememiz gerekir. Zira ödün ile ilgisi yoktur. Olsa olsa hoş bir jestten öteye gitmez. Ancak çok etkili bir jest olacaktır.
Ayrıca, AB Yunanistan’a 12 mil adımını attırmayacağı gibi, Türkiye de böyle bir olasılıkta sert tepki göstermekten vazgeçeceğini söylemiş olmayacaktır. TBMM kararı yerinde kalsa da, geri alınsa da, Türk hükümetleri gösterecekleri tepki konusunda serbesttirler.
Gelin, bu konuyu tartışalım.
Artık yeni bir sayfa açalım.
Sadece Casus Belli’den vazgeçmemeyi değil, kırmızı listelerimizi de bırakalım...
Devamı yarın...
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|