AVRUPA MACERASININ
PERDE ARKASI...
İnsan kendi yazdığı kitabın reklamını yapar mı?
Bal gibi yapar. Hele bir kitap zamanlı çıkmış ve içeriği tüm tarihçilere, meraklılara, Üniversitelilere ışık tutacak belge ve bilgilerle doluysa tabii yapılır. Bu köşede yıllardır herkesin kitabına yer veriyorum, bugün de kendi kitabımdan söz etmek isterim.
Adı : Türkiye’nin Büyük Avrupa Kavgası
Yayınevi : Doğan Kitap (0212 677 06 20- 677 07 39--- www.dogankitap.com.tr)
Şimdiye kadar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç yaşamından Kıbrıs’a, Türk-Yunan ilişkilerinden Kürt sorununa, Demokrat Partiden başlayıp Özallı yıllara kadar geçen son 40 yılın hikayelerini yazdım. Ancak hiçbiri bu kitap kadar beni sarmadı.
İlk defa 1972 yılında kalemi elime aldım ve Brüksel’de Avrupa Komisyonu arşivine girip çalışmaya başladım. O günden bu yana, Türkiye’nin Avrupa Macerasını adım adım izledim. Her yeni gelişmeyi ekledim ve bugün elinize aldığınız koskoca bir yaşam hikayesi ortaya çıktı.
Bu bir bilim kitabı değil. Herkesin anlayacağı bir dilde yazdım. 1963’ten başlayıp bugüne kadar yapılan tüm önemli ve gizli toplantıları, bazen zabıtlardan, bazen tanıdıklarla söyleşilerden yararlanarak sizlere aktardım
Türkiye-Avrupa ilişkileri bundan böyle hayatımızın bir parçası olacak. Konuyla ilgilenen herkesin bilmesi gerekenler, daha da önemlisi belirli kararlar ve tarihlerin toplu halde elinizin altında olmasını istiyorsanız bu kitabı alabilirsiniz.
Boş yere övünmüyorum.
Çok emek verdim.
Türkiye’nin Avrupa’ya yürümesi gerektiğine, yürüyeceğine çok inandım ve bunu da heyecanla savundum.
Bu kitap, dedikodu veya komplo teorisi meraklıları için değil.
Bu kitap, Türkiye’nin geleceğini görebilmek için, nereden nereye ve nasıl gelindiğini merak edenler için yazıldı.
Gelecek kuşaklara benden de küçük bir katkı...
GENÇLERE BİR
TAVSİYEM VAR...
Kimi sevdiğinden dolayı, kimi güvendiğinden sürekli genç okurlarımdan e-posta alırım. Özellikle ortason ve liseliler hep aynı soruyu sorarlar: Üniversiteye gitmek istiyorum. Sizce hangi dalı tercih edeyim? Acaba gazeteciliği tavsiye eder misiniz?
Böylesine genel bir soruya yanıt vermek daima zordur. Zira meslekler, kişilerin yeteneklerine, eğilimlerine, bulundukları çevrelere göre seçilir. Bazı dönemlerde bazı meslek dalları daha gözde olur ve yığılma o yöne kayar.
Benim Orta-Lise eğitimi gören gençlere, önümüzdeki 5-10 yıldan itibaren giderek yükselecek meslek konusunda iki tavsiyem var.
Birincisi, ne yapıp edip İngilizce, imkan bulabilirlerse ikinci yabancı dil olarak Almanca, İspanyolca, İtalyanca veya Fransızca öğrenmeleridir.
Türkiye artık Avrupa Birliği sürecine girmiştir. Bu süreçten geri dönüş yoktur. Belki biraz uzayabilir, ancak bu süreç kesilmez. Avrupa Birliği süreci demek, Türk ekonomisinin tümüyle Avrupa’ya entegre olması ve bütün iş alanlarının Avrupa kurallarıyla yönlenmesi demektir. Yabancı dili olmayan genç hiçbir zaman 1 inci ligde oynayamayacağını bilmelidir. 2 inci veya 3 üncü ligde hayatını kazanmak isteyenlere bir diyeceğim yok. Ancak yükselmenin yolu yabancı dille başlar.
İkinci tavsiyem, Avrupa Birliğini uzmanlık alanı olarak seçmeleridir.
Hangi alanı kendilerine uygun görüyor iseler, o alanın AB yönüne kaymalarıdır. Örnek vereyim : Çevre konusunu tercih ediyorsanız, AB’nin çevre kurallarını öğrenerek işe başlayın. Bürokrasiyi tercih ediyorsanız, AB’ye ilişkin uzmanlaşın, avukat, savcı, hakim olacaksanız, önce AB’yi inceleyin.
Unutmayın ki, Türkiye önümüzdeki 1-2 yıldan itibaren herşeyini değiştirmek zorunda kalacak ve bu alanda da doğru dürüst uzman yok. şimdiye kadar işlerimizi sadece “Türk işi” yöntemlerle yürüttük. Oysa bu durum artık bitecek. Belirli AB kuralları uygulanacak.
Sizler de, geleceğinizi şimdiden görün ve kendinizi bugünün çarpık düzenine göre değil, yarının Türkiye’sine göre yazırlayın. Köşe dönmecilik üzerine kurulu bu dönemin kapandığının bilincinde hareket edin.
İlerde beni anarsanız ve “M.Ali Birand bize böyle bir tavsiye bulunmuştu” dersiniz. Tavsiyemi tutanlar beni güzel anar, tutmayanlar da hayıflanır. Ancak, görünen köy artık kılavuz istemiyor.
BUNDAN SONRA
NASIL İNANACAĞIZ
Çarşamba günkü olay hepimizi ayaklandırdı.
İran’ın nükleer santrali yakınlarındaki patlamanın bir uçaktan atılan füze sonucunda gerçekleştiği haberi İran televizyonu tarafından yayınlanınca kıyametler koptu.
Amerika ve Avrupa borsalarında düşüşler yaşandı. Türk borsası da etkilendi tabii.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra durum anlaşıldı. Ortada ne saldırı var, ne birşey.
İranlı kaynaklardan öylesine çelişkili haberler çıktı ki, inanılır gibi değildi.
Peki, bundan sonra gerçekten bir olay çıkar ve İran televizyonu “vuruluyoruz” derse nasıl inanacağız?
KIBRIS’TA KİMSE
ÇÖZÜM İSTEMİYOR
Kıbrıs hükümetinin en güçlü koalisyon ortağı AKEL’dir. Lideri Hristofias’ta yılların en deneyimli politikacılarından biridir.,
Perşembe günü Güney Kıbrıs’ta uzun bir konuşma yaptık. Söylediklerinin önemli bir bölümü doğru, değerlendirmeleri de gerçekçiydi. Özellikle “Bizi suçlamayın, Kıbrıs’ta çözüm konusunda kimsenin acelesi yok. sizin tarafta, ileri sürdüğü gibi işin meraklısı değil” derken, doğruyu söylüyordu.
Gerçekten de, kimsenin acelesi yok.
Her iki taraf tribünlere oynuyor.
Ancak, Rumların unutmamaları gereken son derece önemli bir nokta var. O da, çözümsüzlük uzadıkça bu işte asıl kaybedecek olanın Güney olacağıdır. Tabii, eğer birleşik bir Kıbrıs istiyorlarsa. Zaman, Türk tarafının lehinedir. Ada’nın bölünmüşlüğü daha fazla yerleşir. 15-20 yıl sonra da, iki toplumu bir daha yakınlaştıramazsınız. İşte bu açıdan, çözümü zamana yaymak çok yanlış olur.
Hiristofias, tanınma konusunda da çok açık ve doğru konuştu: “17 Aralık 2004 Brüksel doruğunda, Türkiye’nin bizi resmen tanımasını istemiştik, ancak yapamadık. AB’den destek bulamadık. Gümrük Birliği’nin genişletilmesiyle yetinildi. Bu da tanınma değildir” dedi.
Bazı Türk yorumcularına, bu sözleri iyi okumalarını tavsiye ederim.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|