HADİ ARTIK,HAREKETE
GEÇMENİN TAM ZAMANI
Dünkü yazımda, Avrupa Birliği ile ilgili olarak iç kamuoyunun başıboş kaldığına ve en olmadık söylentilerin, tamamen yalana dayalı iddiaların kol gezdiğine dikkat çekmiştim. Bugün de, Avrupa ülkelerindeki duruma değineceğim.
Hepimizin bilmesi gereken bir gerçeği tekrarlamak istiyorum:
Türkiye müzakerelerde ne kadar başarılı sonuç alırsa alsın, tam üyeliğinin onaylanması Avrupa kamuoyunun tutumuna bağlı olacaktır.
Nedenini de anlatayım:
Müzakereler bittikten sonra, Türkiye’nin tam üye olup olmaması, önce Fransa, ardından da (eğer başka ülkelerde de referandum kararı alınmazsa) Avusturya’da kamuoyuna sunulacak. Ardından, Avrupa Parlamentosu tarafından oylanacak ve en sonunda da, 25 ülke parlamentolarından onay gerekecek.
Bütün bu aşamalar, Avrupa halklarının o günlerdeki havasına göre sonuçlanacak. Örneğin, eğer bugünkü durumda bir oylamaya gidilse sizce ne sonuç çıkar? Her biri ayrı gerekçelerden hareket ederek , Türkiye’ye HAYIR derler. Avrupa kamuoyundaki ortamı yakından izleyenler durumun ne kadar ciddi olduğunun farkındalar.
Peki bu durum değiştirilebilir mi ?
Gayet tabii değişir.
Önümüzde 10 yıllık bir süre var. Eğer bu süre iyi kullanılır, öncelikli ülkeler saptanır ve her ülke kamuoyunun beklentilerine göre bir program hazırlanabilirse, 10 yıl sonra Türkiye’nin Avrupa’daki imajı , bugünkünden çok farklı bir noktaya getirilebilir.
Hep şikayet ederiz. Biz kendimizi anlatamıyoruz, deriz.
Peki başkaları nasıl anlatıyorlar da, bizler anlatamıyoruz ?
Bizim neyimiz eksik ?
Türkiye doğru bir mekanizma oluşturabilirse, bunun altından kalkabilir.Yeter ki, ne istediğimizi iyi bilelim, işin ehli insanları, kuruluşları kullanalım, sabırlı olalım ve para harcamayı göze alalım.
EN BÜYÜK TEHLİKE,
YANLIŞ ADIMLAR ATMAK
Türkiye imajını değiştirmek için yepyeni bir yaklaşım saptamak, yepyeni bir anlayış ve yepyeni bir mekanizma oluşturmak zorunda.
Şimdiye kadarki alışkanlığımız, bu işleri dışişleri bakanlığı- enformasyon bakanlığı ve yabancı reklam- yabancı halkla ilişkiler firmalarına bırakmak şeklindeydi.
Bu yaklaşımı tümüyle değiştirmek zorundayız.
Dışişlerinin işi imaj değiştirmek değildir. Diplomatlar buna göre eğitilmemişlerdir.
Bir reklam firması veya bir Halkla İlişkiler firmasının da işi değildir. En tanınmış yabancı firmalara milyon dolarlar dağıtarakta işin altından kalkılamaz.
Bu firmalardan yararlanılmalı, ancak işin yönetimi kendine özgü bir mekanizmayla gerçekleştirilmeli. Hangi mesajların verileceğini, hangi gerekçelerin kullanılacağını, yani işin kaptanlığını bir Türk yetkilinin yapması gerekir. Tanıdık eş dost değil, konuyu ve Avrupayı iyi bilen insanlar hareketlendirilmeli.
Türkiye’de yaşayan yabancılar, Avrupada etkin konumdaki Türklerin katılımı sağlanmalı. Kısacası, tam bir seferberlik ilan edilmeli.
Hafife alınmaması gereken bir durumla karşı karşıyayız.
GEÇ KALMAMAK İÇİN
HEMEN HAREKETLENİLMELİ
Avrupa kamuoyundaki havayı biliyorum.
Durum, tahminlerimizin de ötesinde kötü. Avrupaya özgü sorunlar, bizimle hiç ilgisi olmamasına rağmen, Türkiye’nin hedef olmasına yol açıyor. Sanki Türkiye’ye HAYIR demekle sorunlar çözülecekmiş gibi bir hava esiyor.
Bizler ise ortada yokuz.
Henüz örgütlenemedik.
Oysa zaman geçiyor.
Sözünü ettiğimiz kampanyanın etkili olabilmesi için,uzun süreye gerek var.
Hemen hareketlenilse dahi 2006’dan önce çarkların dönmesi kolay olmayacak. Dün yapılması gerekenler, eğer bugün yapılırsa belki ara kapanabilir.
Gül-Babacan-Atalay üçlüsünün yükü mutlaka fazla, ancak artık işin bu yanına eğilmek zorundalar. Konu, sadece bürokrasinin kademelerine bırakılamayacak kadar önemlidir. Eğer bu üçlü harekete geçmez ve sonu gelmeyen bürokratlar arası tartışmalara bırakılırsa, yine boş yere zaman harcanacak demektir.
Türkiye, tarihi bir dönüşüm projesinin içine girmeyi başarmıştır. Böyle bir noktaya gelmişken, önümüzdeki tehlikeleri görmek ve harekete geçmekte gecikme yaşamamak gerekir.
Aksi halde kendi kendimize yazık ederiz.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|