Mehmet Ali Birand
 
Ağzı olan konuşuyor...
 
 
AB konusunda kimi çevreler ciddi görüş ve çekinceler, kimileri ise, paçalarından cehalet akmasına, abuk sabuk konuşmalarına rağmen köşe yazılarında veya TV'lerde görüş (!) açıklıyorlar. Giderek de komikleşiyorlar.

Avrupa Birliği konusunda tam bir sağırlar diyaloğu yaşanıyor.

Bazı kodaman politikacılar, iş adamları, kimi büyük sıfatlı sözde bilim adamları, bazı emekli askerler ve herşeyi en iyi bilen bazı köşe yazarları zaman zaman öyle görüşler açıklıyorlar ki, insan kulaklarına inanamıyor.

40 yıldır birlikte yaşadığımız Avrupa hakkında hiçbirşey bilmedikleri ortaya çıkıyor. Cehaletleri paçalarından dökülüyor. Hele bazıları öylesine gerekçeler üretiyorlar ki, komik dahi sayılamayacak derece ilkel oluyorlar.

Bunlara gülüp geçmekten başka çare yok.

Ne yazık ki, bunların abuk sabuk görüşleri, özellikle bir kesit Üniversiteliler, yarı cahil kesimler tarafından “doğruymuş” gibi algılanıyorlar. Ciddi biçimde inanılıyor.

Bu konuda yapılabilecek pek birşey yok.

Bu grubun dışında ciddi yaklaşımla çekincelerini ve varsayımlara dayanıp görüşlerini açıklayanlar var. Aralarında önemli stratejistlerin, askerlerin, bilim adamlarının ve bazı köşe yazarlarının bulunduğu bu kesim, bazı ortak konularını ısrarla tekrarlıyorlar.

Ben bu görüşlere katılmıyorum.

Okurlarıma bu çekincelere karşıt görüşlerimi toplu halde özetlemek istiyorum.

1. AB SÜREKLİ YENİ ÖDÜNLER İSTİYOR

Sık sık rastlanan bir söyleme göre “ Avrupa Birliği Türkiye'den sürekli ödün istiyor ve istekler listesine sürekli yeni ödünler ekliyor.”

Çok yanlış.

AB, Türkiye'den sadece Kopenhag Kriterlerine uyum sağlamasını istiyor. Bunlar “ödün” olarak nitelendirilemez. Bizim katılma talebinde bulunduğumuz bir Topluluğun kurallarıdır. Aday olan her ülkenin kabul etmek zorunda olduğu koşullardır.

AB bu çerçevenin dışına çıktığı ve ek isteklerde bulunduğu taktirde, Türkiye'nin itiraz etme hakkı vardır. Avrupa parlamentosu veya Komisyon'un dışındaki başka çevrelerden çıkan seslere önem verilmemelidir. Bu sesler hep çıkacaktır ve direnmek, itiraz etmek Türkiye'nin elindedir.

2. MÜZAKERE EDELİM, TESLİMİYETÇİ OLMAYALIM

En çok duyulan görüşlerden biri “AB ile dişe diş müzakere edelim. Her şeyi kabul eden, teşlimiyetçi yaklaşımı reddedelim. Gireceksek onurumuzla girelim” dir.

Çok haksız ve yanlış bir yaklaşım.

Kopenhag Kriterleri (idam, anadilde yayın, öğrenim hakkı, dernekleşme ve fikir özgürlüğü vs..) müzakere edilemez. Bu kriterlere aynen uyulması gerekmektedir. Nasıl, her Türk vatandaşı olmak isteyen kişi, Türk anayasasanı müzakere edemez ve aynen kabul etmek zorundaysa, Kopenhag Kriterlerine de uyum şarttır.

Sadece, bu Kriterlere hangi sürede uyum gösterebileceğimizi müzakere edebiliriz, o kadar. Eğer buna rağmen “hayır, bizim özel durumumuz var. Biz sizin demokrasi kurallarınızı uygulayamayız. Bu kuralları bize göre değiştirin” dersek alacağımız yanıt “Bu kriterler bizim ortak değerlerimizdir. Eğer beceremeyecekseniz, o zaman aramıza gelmeye kalkışmayın” olacaktır.

Asıl böyle bir durumda onurumuz kırılmalıdır.

Türkiye için asıl müzakere, katılma görüşmeleri ile birlikte başlayacaktır. Orada da onurumuzun kırılmasını istemiyorsak, şimdiden dosyalarımızı iyi hazırlayalım. İyi müzakereciler bulalım. Aksi halde, sadece onurumuzu değil, paramızı da kaybederiz.

3. ZATEN ALMAYACAKLAR NEDEN UYALIM…

En sık rastlanan diğer bir görüşte şudur:

“Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi alma niyeti yoktur. Ekonomik, Sosyal, Politik ve Stratejik nedenlerle alması da imkansızdır. O zaman kendimizi neden sıkıyoruz”.

Bu görüş, Uluslarararası gerçeklerle uyuşmamaktadır.

- AB, Türkiye'nin kurallara uyduğu anda tam üye olabileceğini resmen bildirmiştir ve bu sözünden hiçbir şekilde dönemez. Bizler AB'yi kendimiz gibi bildiğimiz için böyle düşünüyoruz. Yani verilen sözlerden kolaylıkla ve sudan gerekçelerle vazgeçebileceğini sanıyoruz. Doğrudur, AB Türkiye hakkında henüz karar verememiştir. Türkiye'den korkmaktadır. Türkiye onlar için çok büyük, çok kalabalık, çok fakirdir. Ancak bir defa söz verilmiştir ve Türkiye koşullara uyduğu anda -istemeseler dahi- içlerine almak zorunda kalacaklardır. Onları zorlamak ve reddedemeyecekleri noktaya getirmek bizim işimizdir.
- AB, Türkiye'ye her türlü zorluğu çıkaracaktır. Buna rağmen, Türkiye Avrupa'da hakkı olan yeri alabilir. İngiltere, AB'ye girebilmek için yıllarca mücadele etmiş, iki defa Fransa'nın vetosuyla karşılaşmış, yine de vazgeçmemiş ısrar etmiştir. Sonunda da istediğini elde etmiştir.
- Türkiye'nin eksikleri ve AB tarafından dezavantaj olarak görünen ekonomik, stratejik, sosyal, politik sorunları vardır. Ancak bunlar AB'nin düşünmesi gereken sorunlardır. Asıl “teslimiyetçilik” bizim, kendi açıklarımızı iç politika unsuru olarak kullanmamız değil midir?
- Kopenhag Kriterleri, AB'den çok Türkiye'nin iç barışı için kaçınılmazdır. AB'ye girilmese dahi, Türkiye er veya geç bu Kriterleri kendi vatandaşları için uygulayacaktır. Dolayısıyla bunlara “ödün” gözüyle bakılamaz.

4. AB TRENİ KAÇMAZ, ACELE ETMEYELİM

Diğer bir söylem, Türkiye'nin boş yere acele ettirildiği, AB treninin kaçmayacağı, Kopenhag Kriterlerine kendi koşullarımızı düzelttikten sonra uyum sağlamamızın daha doğru olacağıdır.

Bu görüşün bir yanı doğru, öbür yanı ise çok risklidir.

Doğrudur, AB treni kaçmaz.

Eğer 20-30 yıl sonra bu trene binmek istiyorsak, trenin kaçmayacağını söyleyebiliriz. Ancak gerçekler farklıdır.

AB, bu yıl sonunda 10 adayı tam üyeliğe kabul edecektir. 2004 yılında da, müzakerelerini tamamlayabildikleri ve koşullara uyabildikleri taktirde, geriye kalan Bulgaristan ve Romanya'yı da alacak ve kapılarını kapatacaktır. Geriye ise, sadece henüz katılma müzakerelerini dahi başlatmamış olan Türkiye kalacaktır.

Yeni bir genişleme için bu kapıların tekrar açılması en az 15 yıl sürecektir.

İşte Türkiye'nin kaçırmak istemediği tren, bu defaki genişlemedir. Kapılar kapatılmadan önce müzakerelere başlamaktır. Müzakerelere başlanırsa 8 yıl içinde tam üyelik gerçekleşebilir.

Aksi halde, Türkiye'nin bu yıl katılma müzakerelerinin başlayacağı tarihi alamazsa, kapıların açılması için 10-15 yıl beklemek ve bugünkü gibi 15 ülkeden değil, ilerde 25 ülkeden vize almak zorunda kalacaktır.

Tren kaçmayacak, ancak Türkiye'nin tam üyeliği yaklaşık 2030-2040'larda gerçekleşebilecektir. Yani Türkiye onca zaman, kişi başına 3 bin dolar ile 2 inci lig'de oynayan, Amerikanın piyadesi durumuna düşmüş ve ilginçliğini, gücünü kaybetmiş bir duruma düşecektir.

Bu ülkenin insanlarına yazık değil mi?


Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
 
 
BU KATEGORİDEKİ EN ÇOK OKUNAN 25 YAZI
- Yiyin efendiler...
- BUGÜN HEM POLİS, HEM PKK SINAVDAN GEÇECEK
- MHP'nin Türkiye'ye verdiği büyük zarar
- Artık, birbirimize yalan söylemeyelim...
- Türkiye yıllardır AB’nin vize uygulamasına itiraz edip durur. 1974’te Almanya’nın başlattığı ve 36 yıldır sürdürülen vize anlayışı çoktan değişti.
- Cemaat, efsaneleşen gücü’nün esiri oluyor…
- MİLLİ GÖRÜŞ, GÜLEN’İ GÖLGELEDİ…
- 12 EYLÜL BELGESELİ BAŞLIYOR…
- 32.Gün ile birlikte büyüdük... Göz açıp kapayana kadar geçmiş. Daha dün Ali Kırca...
- KAVGA BEKLENİYORDU, TAM AKSİ ÇIKTI...
- BİZ NEDEN KIZIYORUZ, ASIL SARKOZY UTANSIN...
- ERDOĞAN’IN AMACI BATI’YA SIRT DÖNMEK DEĞİL...
- CNN TÜRK’ÜN GİZLİ KAHRAMANLARINI TANIYIN…
- Yahudi aleyhtarlığını kışkırtıyoruz…
- Emekli Albay Arif Doğan öyle sözler söylüyor...
- Avrupa, Anayasa değişikliğini yetersiz ancak olumlu görüyor
- 1'inci köprüye karşıydım, bugün ise destekliyorum...
- Ermeniler, bize muhtaç olacak kadar fakir değil…(3)
- ERDOĞAN VE İHH KAZANDI, KAYBEDENLER İSE...
- Yine Ermeni çalışıyor, yine Türk seyrediyor...
- Ermeniler Türkiye'yi, alkışçılara şikayet edecek (2)
- ERDOĞAN, DOĞRUSUNU YAPIYOR...
- Genelkurmay sivile açılıyor
- Sevgili Dostlar,
- Artık PKK’dan çok, genç Kürtler korkutuyor…