AB, HER ADAY ÜLKENİN
İÇ İŞİNE KARIŞIR…
Türk siyasetçisi ve Türk kamuoyu birden bire Avrupa Birliği’ni (AB) keşfetti. Daha düne kadar AB’yi konuşan yoktu. Ne zaman ki kapatma davaları ortaya çıktı, Avrupa Birliği birden bire gündeme geldi.Daha doğrusu, AB yeniden keşfedildi. Tam bir “şark” yaklaşımı.
Asıl benim ilgimi çeken nokta, AB’nin demokrasi ve laiklik konularındaki görüşleri, AKP ’ye biraz yakın olunca, muhalefetin sesi birden bire yükseldi.
En çok sorulan soru veya yapılan itiraz, hem CHP hem de MHP’den aynı cümlelerle ortaya atıldı:
“…Barroso’nun burada ne işi var? Neden iç işlerimize karışıyor ? Bize akıl vermeye ne hakkı var ?...”
Brüksel’de bir araya geldiğimde Barroso bu sorulara çok net yanıt verdi:
“…Türkiye AB’ye tam üye olacak ve aday ülke statüsünde bulunuyor. Gayet tabii görüşlerimizi açıklarız. Aday olmasaydı, o zaman kimse ilgilenmezdi…”
İşte bu kadar basit.
Eğer kimsenin iç işlerinize karışmasını istemiyorsanız, o zaman son derece basit: Hemen kapılarınızı kapatın ve AB ile de basit bir ilişkiye girin, olsun bitsin…
Eğer zenginleşmek, 1’inci ligde yaşamak ve uygarlık düzeyinizi arttırmak istiyorsanız, o zaman Barroso ‘ları, Olli Rehn’leri dinlemek gerekiyor.
Oyunun kuralı bu…
BRÜKSEL’DE İSTANBUL
MERKEZİ İYİ FİKİR...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Kültür A.Ş’nin, Avrupa’nın merkezi olarak bilinen Brüksel’de bir merkez açması çok iyi bir fikir. Fikrin temelinde, Tulu Gümüştekin, Egemen Bağış ve Nuri Çolakoğlu’nun isimleri var. Tabii asıl fikri benimseyen ve hayata geçirecek parayı bulan Belediye Başkanı Topbaş’ı tebrik etmek gerekiyor.
İstanbul, giderek markalaşıyor ve Türkiye markasının da önüne geçiyor. Bu proje, İstanbul’un bu yönünün nasıl ağır bastığını gösteriyor. 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul, sesini daha fazla duyurmaya hazırlanıyor.
Bu projenin amacı, İstanbul’u kültürüyle Avrupa’ya tanıtmak ve Avrupa kurumlarıyla bir diyalog oluşturmak. Yönetim Kurulu Başkanı Gümüştekin de, bu yönden tam anlamıyla biçilmiş kaftan. Bilgisi, ilişkileri ve çalışkanlığı ile bu merkezi ayakta tutacaktır. Tehlike, bu merkezin bir süre sonra, belediyeden gelecek kişilerin egolarını tatmin eden, sadece para harcayan bir yer olmasıdır.
Gümüştekin oldukça, Topbaş ilgisini sürdürdükçe sorun yaşanmaz. Ancak aman, bu tehlike daima vardır. Boşa harcanan milyonlarla karşı karşıya kalmak istenmiyorsa, bu merkeze hakkını vermek gerekir.
PARLAK BİR
AÇILIŞ YAŞANDI...
Salı günkü açılış çok hoştu.
İstanbul’dan bir uçak dolusu davetliyle günübirliğine Brüksel’e gittik. Son derece yorucu bir gezi oldu. Zira akşam, Chelsea-Fenerbahçe maçı da izlendi ve geri dönüş aynı gece yarısından sonra 04:00’ü buldu.
Avrupa Komisyonu da bu merkezi çok benimsemiş. Başta Olli Rehn olmak üzere kokteyle katılma düzeyi çok yüksekti. Renkli insanlar geldi. Parlamenterler de zaman ayırıp katıldılar.
Özetle, fikri güzel, açılışı harika son derece hoş bir merkez kazandık. Şimdi geriye merkezin içini doldurmak ve çalıştırmak kalıyor.
AB, TÜRKİYE’NİN EN
ETKİN MUHALEFETİ
Eminim sizlerinde dikkatinizi çekmiştir. Ülke siyasetinde en etkin muhalefeti Avrupa Birliği yapıyor. Merkezi burada olmamasına rağmen, adeta bir siyasi parti gibi, ülke politikalarının içinde yaşıyor. Liderleri her gün konuşmuyor, ancak bir konuda görüş açıkladığı zaman, hemen her gazetenin manşetine çıkıyor.
Avrupa Birliği’nin şu aşamada büyük bir yaptırım gücü de yok. Söyleyeceğini söylüyor, o kadar. Meclis’te milletvekili yok ki, şu veya bu yasaya red oyu versin. Sokaklara dökebileceği ne gençlik kolları var, ne de meydanları doldurup gösteri yaptırabileceği taraftarı.
Yaptığı uyarılar yerine getirilmediği taktirde, her defasında müzakereleri askıya almakla tehditte de bulunamaz.
Tek gücü, kendi ilkeleriyle tutarlı olmak ve Türkiye’ye yepyeni bir alan açabilme imkanına sahip olması.
2005’in Aralık ayından bugüne kadarki gelişmelere bir göz atacak olursanız, değişmesini istediği her konuda (Kıbrıs hariç), belki uzun sürdü, ancak gereğini yaptırdı.
Bundan dolayı, “Türk siyasetinin en etkili muhalefet kurumu” diyorum. CHP başta olmak üzere, muhalefet partilerinin tüm bağırtı çağırtılarına rağmen, iktidarları onlardan daha fazla etkiliyor.
Az konuşuyor, ancak öz konuşuyor.
Evrensel doğrulardan hareket ediyor.
Bizler de, önce direniyoruz. “Hayır yapamayız. Bizim koşullarımız farklıdır” diyoruz. Ülkenin bölünmez bütünlüğünden başlayıp, dış baskıyla hiç bir adım atmayacağımıza kadar gerekçeler sıralıyoruz.
Sonunda ise, istenileni yerine getiriyoruz.
Neden biliyor musunuz?
AB’nin değişsin dediği bir yasa veya yaklaşımın zaten hatalı olduğunu, doğrusunun değiştirip yeniden düzenlemek olduğunu bildiğimizden dolayı. Doğrusunu biliyoruz, ancak kendi başımıza hareket etmenin iç siyasi risklerinden kaçmak için ayak sürüyoruz.
Sonunda da doğruyu görüyoruz.
İşte bunun en son örneği. 301 inci madde idi. Keşke bu kadar zaman harcamasaydık.
BİR MUCİZE TUT İÇİNDE…
Bir mucize…
Ne mesela?
Sağlık, mutluluk, aşk, umut…
Aslında hepsi mucize.. Değerini, kıymetini bilene tabii…
Elimdeki kitap bize bu mucizeleri hatırlatmak için, Mustafa Kıran tarafından yazılıp, Nokta Kitap (02122434303) tarafından yayınlanmış.
Son dönemde, dünyada insana pozitif enerji veren, kişinin gücünün kendi yüreğinde ve zihninde olduğunu anlatan ve gelişen teknoloji ile yalnızlaşan bireyi yeniden manevi değerlere döndürüp muştu etmeyi amaçlayan yüzlerce kitap çıktı. Bence, bu da Türkiye’dekiler için iyi bir örnek..
Bahar ayında, okuyup yenilenmek için ideal…
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|