AB’Yİ YENİDEN
TARTIŞMALIYIZ
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Pazartesi günkü MANŞET ( CNN TÜRK hafta içi hergün 17:00) programında son derece önemli bir noktaya parmak bastı. Daha doğrusu hepimizi uyardı.
Avrupa Birliği konusunda herkesin farklı bir düşüncesi olduğunu, işsizlerin iş bulmak, malını satamayanların malını satabilmek için, AB’yi istediğine dikkat çekti. Herkesin farklı düşünmesinin doğal olabileceğini, ancak doğal olmayanın daha doğrusu tehlikeli olanın AB’nin getirdiği yükümlülükleri, fedakarlıkları toplumun tartışmak istemediği olduğuna dikkat çekti.
“Gelin, 17 Aralığa kadar AB’yi yine tartışalım” dedi.
Tabii, kibar bir siyasetçi olduğu için “Bu kafayla biz müzakereleri bitiremeyiz” demedi. Ancak, söylemek istediği buydu.
Bu konuyu biraz daha açmamızda yarar var.
Cemil Çiçek’in değindiği nokta gerçekten çok önemli.
Nedeni de, kamuoyu bir yana, köşe sahibi olanlarımızdan uzmanlarımıza, siyasetçilerimizden program yapımcılarımıza kadar, AB’yi sesli-sözlü tartışan insanlarımızın AB’ye tam üyeliğin ne anlama geldiğini, nasıl yükümlülükler getirdiğini tam olarak bilememeleri.
Oysa 17 Aralık’tan sonra uzun bir müzakere süreci başlayacak. AB doruğundan çıkacak karara istenildiği kadar koşullar konsun, istenildiği kadar farklı bir müzakere yöntemi saptansın, kesin bir tarih verildiği andan itibaren yepyeni bir süreç başlayacak.
Bu müzakereler, son dört yıldır yaşadıklarımızdan çok farklı olacak. Kopenhag kriterlerine uyum sırasında karşılaşılan güçlükler, katılma müzakerelerinde karşılaşacaklarımızın yanında çok hafif kalacak.
İşte böylesine zorlu bir sürece girerken, nelerle karışı karşıya kalacağımızı, nasıl büyük fedakarlıklar gerekeceğini, bugüne kadar ki düzeni nasıl baştan aşağı değiştireceğimizi bilmemiz şart.
Bu koşulları bilmekte yetmiyor.
Ardından, karşı karşıya kalacağımız güçlüklere hazır olup olmadığımızı da tartışmamız ve içimize sindirmemiz gerekiyor.
Biz hala AB ile birşeylerin pazarlığının yapılacağını sanıyoruz. “Müzakere” kelimesini, AB’nin bazı kurallarını kendimize göre değiştirmek, işimize gelmeyenleri kabul etmemekmiş gibi algılıyoruz.
Oysa, ortada bir pazarlık yaşanmayacak.
AB’ye üye tüm ülkelerin benimsedikleri yazılı kuralları (örneğin tarım politikalarından çevreye, enerjiden bankacılığa, sanayiye kadar) bizim ne sürede hayata geçirip uygulayacağımız ve bunu yaparken AB’den teknik ve maddi ne kadar destek alacağımız konuşulacak.
Bu, bir pazarlık olmayacak.
Oysa komuoyundaki algılama çok farklı. Hemen her konuda büyük alınganlıklar yaşıyoruz. Avrupa Birliğini adeta bir hasım gibi görüyoruz. Türkiye’yi sömürmeye ve bölmeye çalışan, üstüne vazife olmayan alanlarda dahi, iç işlerimize burnunu sokmaya çalışan bir grup olarak niteliyoruz. Uyum için atılan her adımı bir “ödün”, onurumuza vurulan bir “darbe” gibi algılıyoruz.
Bu şekilde devam edersek, katılma müzakereleri hiç bitmez. Türkiye’yi aralarında görmek istemeyen ülkeler de çok memnun olurlar. Sonunda da, karşılıklı şekilde öylesine yoruluruz ki, tam üyeliği bırakır “özel statü” formülüne kaymak zorunda kalırız.
Bundan dolayı, yola çıkmadan önce, AB’ye tam üyeliğin ne anlama geldiğini, bunu gerçekleştirebilmek için nelere katlanmamız gerektiğini bilmeli ve tartışmalıyız.
Eğer altından kalkamayacaksak, başından vazgeçmeli ve toplumu da boşyere ümitlendirmemeliyiz.
Unutmayalım ki, AB’ye tam üyeliği bizler istiyoruz.
Unutmayalım ki, Ulusal programla ve bugüne kadar ki çok hükümet ve meclis kararlarıyla AB’ye kesin taahhütlerde bulunduk.
Yine unutmayalım ki, AB’ye tam üye olmak, bir sistemin içine girmektir. Her alandaki politikaların Ankara’da değil, Brüksel’de saptanması demektir.
Birçok alanda egemenliğimizi paylaşacağız. Her iktidar değişiminde farklı politikalar değil, Avrupa Birliğinin temel politikalırı uygulanacaktır.
Toplum olarak birçok alışkanlığımızı bırakmak, yasaların neresini delebileceğimizi düşünmek yerine, hukuka ve yasalara harfiyyen uyacağımızı içimize sindirmek zorunda kalacağız.
İşte Cemil Çiçek haklı olarak buna dikkatimizi çekti.
Bakalım dinleyen bulunabilecek mi?
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|