KENDİ AZINLIĞINDAN
KORKAN BİR DEVLETMİŞİZ
Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin’in hafta içi köşesinde açıkladığı bir gelişme tüylerimi diken diken etti.
Meğer Türkiye Cumhuriyeti 1962 yılında azınlık vatandaşlarını “zararlı” görmüş ve “denetime” almış (!) Almanların Yahudileri fişlemesinden hiç farkı olmayan bir tutum.
Üstelik, “Azınlık Tali Komisyonu” adlı bu çalışma grubu bir ihbar üzerine ortaya çıkarılmış. Üyeleri, İçişleri (yani polis) ve Dışişleri Bakanlıkları temsilcisi, MİT, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu temsilcilerinden oluşuyormuş. Görev tarifi de çok açık : Azınlıkların milli güvenliğe aykırı işlemlerini izlemek.
Azınlıklar her türlü faaliyetleri için bu komisyondan izin almaya zorlanmışlar. Örneğin, yaz kampları “Türkiye’nin güvenliği açısından tehlikeli olur” diye reddedilmiş. Dernek veya yardımlaşma çalışmalarına izin verilmemiş.
Türkiye’de bugün kala kala 100 bin azınlık mensubu kalmış durumda. 60 bin Ermeni, 25 bin Musevi, 2 bin Rum ve Süryani...
Kendi vatandaşına güvenmeyen bir Devlet yapısını düşünebiliyor musunuz?
Meğer bir açık hava kampında yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş.(!)
BU KADAR ANLAMSIZ
BİR TARTIŞMA OLAMAZ
Agos Gazetesi geçen hafta ortaya bir iddia attı. Hürriyet gazetesi ertesi gün manşetine çıkarmasa belki kimsenin haberi dahi olmayacaktı. İddiaya göre, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen Ermeni asıllı imiş.
Olur ya, neden olmasın?
Ermeni asıllı olmak ne kadar normal ise Agos’un bu iddiayı sayfalarına alması da o kadar normaldi. Hele medyamızdaki yalan iddiaları düşünürsek, Agos’un ki hiç değilse bir tanığa dayandırılmıştı.
Agos ve Hürriyet’in manşetleri şöhretli bir kişiden söz edilmesiyle kısıtlı kalabilecek (human interest) bir hikaye iken birden bire, neredeyse Atatürk’e hakaret iddiasina dönüşüverdi.
Bazı tepkileri okuyunca gülmemek elde değildi.
Ege Ordu Komutanı org. Tolun’un “Ne var bunda? Eğer Gökçen hanım gerçekten Ermeni asıllı idiyse, bu da Atatürk’ün büyüklüğünü gösterir” şeklindeki sözleri dahi, aşırı Kemalistleri yatıştıramadı.
Kimi “Ah, bir defasında evine davet etti. Ellerini öptüm. Yazılarımı çok beğenir, hep okurmuş (!)” diye komik yazılar yazdı, kimi Sabiha Gökçen üzerinden Atatürk’ün lekelenmek istendiğini iddia etti.
Yetmiyormuş gibi, Genelkurmay Başkanlığı da sert bir bildiri yayınlayıp tartışmalara katılmaz mı(!).
Tam bir komedi yaşandı.
Böylesine yüzeysellik az görülmüştür.
Atatürk şu olanları izleyebiliyorsa, herhalde hem üzülüyor, hem de gülüyordur.
Yazık. Biz bu kadar çağ dışı kalmış bir toplum muyuz?
AVRUPA PARLAMENTOSU ZANA’YA
KÖTÜLÜK YAPIYOR
Artık rutin bir sürece girildi.
Her DEP davasına, Avrupa Parlamentosu (AP) bir temsici veya heyet yolluyor. Her defasında da, mahkeme heyeti Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını reddedince, çıkıp protesto ediyorlar.
Zana, AP için önemli bir isim.
1995 yılında Sacharow Barış ödülü verdiler. Kürtlerin haklarına kavuşabilmeleri için Zana bir sembol olarak görülüyor.
DEP davası Avrupa Mahkemesinden dönünce, herkesin beklentisi, mahkemenin tutuksuz devam etmesiydi. Yeni yasalar mahkeme heyetine bu olanağı sağlıyor. Üstelik Zana’nın yurt dışına kaçmayacağı ortada. Mahkumiyetlerinin bitmesine kısa bir süre kala kaçmanın ne gereği var?
Ayrıca, DEP’lilerin serbest bırakılmasının Avrupa Parlamentosunda müthiş olumlu bir yankı yapacağı, genel havayı Türkiye lehine değiştireceği de biliniyor. Yargıçlar da bu gerçeği biliyorlar.
Buna rağmen, DEP’lilerin tutukluluk halini ısrarla sürdürüyorlar.
Avrupa Parlamentosu da (AP), her duruşmaya bir temsilci yollayıp, mahkemeye baskı yapıyor.
Açıkçası karşılıklı bir inatlaşma söz konusu.
AP bu yaklaşımından vazgeçmeli. Zira bu tutumuyla, Zana’nın tutukluluğunun bitmesine değil, aksine uzamasına neden oluyorlar. Baskı altında karar alıyormuş görüntüsü vermek istemeyen yargıçların da rahat bırakılmasında yarar var. Eminim, AP baskısı kalkarsa DEP’lilerin tutukluluk durumlarındaki anormallikte giderilecektir.
DEROGASYON NE DEMEK?
Kıbrıs tartışmalarıyla birlikte, günlük konuşmalarımıza yeni bir kelime konuk oldu: DEROGASYON
Önce KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş kullandı, ardından bilen bilmeyen –ne olduğunu tam anlamadan dahi olsa- konuşur oldu.
Derogasyon, bir yasa veya kurallara getirilen istisna demektir. Tam anlayabilmek için, en çok verilen bir örnekten hareket edelim.
AB’nin bir temel yasası veya Anayasası vardır. Buna göre, tam üye olan ülkeler arasında insanlar istedikleri yere serbestçe yerleşebilir, gayrimenkul alabilir veya satabilir.
Şimdi Kıbrıs görüşmelerinde, Türk ve Rumların AB’nin en temel ilkesinden biri sayılan “serbestlik” kuralına istisna (derogasyon) getirilmek isteniyor. Annan çözümü çerçevesinde, iki toplumun birbirinden mal alıp satmaması, Rumların Güneye gelip istedikleri gibi yerleşmemeleri kuralı getirilince, ortaya bir İSTİSNA çıkacak.
İşte Denktaş buna dikkat çekip “Önceden hukuki önlem alınsın ve AB yasalarına bunlar eklensin. Sonradan Avrupa Mankemesine gidip bu istisna iptal edilmesin” diyor.
RTÜK’E GÖRE
UYUM YASALARI YOK
Başbakan bile hayret etti.
RTÜK, Kürtçe şarkı söyleyen Ömer İpek ile ilgili olarak bir tanıtma haberi yapan ATV’yi uyardı. Gerekçesi de aynen şöyle:
“Kürtçe kasetin görüntülerinin ekrana getirilmesi ve (Mardinli Tarkan’ın kasetleri yok satıyor) şeklinde bir alt yazı ekrana getirilmek suretiyle, ‘radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve genel ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır’ hükmünün ihlal edildiği Üst Kurulca tespit edilmiştir”
RTÜK’te akıllı uslu insanlar görev yapıyorlar. Onlar da uyum yasalarının farkındalar. Kürtçe yayın konusunda kuralların değiştiğini biliyorlar.
Demek ki, bir yerde birşeyler yanlış gidiyor.
Ya hükümet yaptığı değişiklikleri eksik gerçekleştirdi ki, RTÜK’te buna dayanarak uyarıda bulundu veya RTÜK uyum yasalarını yanlış yorumluyor.
Bu belirsizliklerin bir an önce giderilmesi gerekiyor. Aksi halde uygulamalardaki aksaklıklar bize çok pahalıya mal olabilir.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|