AKP’Yİ İLLA SİYAH
BEYAZ MI GÖRMELİ?
Şimdi yeni bir moda çıktı.
AKP’nin Avrupa Birliği ve Kıbrıs politikaları lehinde yazı yazıp destekleyenlerin (benim gibi...) İmam Hatip konusunda eleştirmeleri hayret yaratıyor.(!)
Ne olmuşta tutum değiştirmişiz? AKP’ye yalakalık yaparken neden çark etmeşiz?
Aman efendim, bazı tipler ateş püskürüyorlar.
Herkesi kendileri gibi gördükleri için olsa gerek, bir partinin olumlu adımlar attığı zaman desteklenebileceğini, hatalı adımlar attığında eleştirilebilineceğini anlayamıyorlar. Bütün mesele bu... Ben kendi dünya görüşüme yaklaşan (yani Kıbrıs sorununu çözmek isteyen, Türkiye’yi AB’ye sokmaya çalışan) AKP’yi tabii ki desketlerim. Eğer aynı AKP, İmam Hatipler konusunda dünya görüşüme ters adım atarsa eleştiririm.
Bundan daha doğal ne olabilir ki...
Kendileri herşeye muhalif oldukları, AKP’yi tümüyle Cumhuriyet düşmanı gibi gördükleri için, her politikaya siyah-beyaz bakıyor ve herşeye karşı çıkıyorlar.
Oysa gerçekler bu kadar basit değil.
SİZ OLSANIZ TÜRK
İHALESİNE GİRER MİSİNİZ?
Eğer yanılmıyorsam, yaklaşık iki yıldır Türk Silahlı Kuvvetlerimize tank, saldırı helikopteri ve insansız hava araçları almaya çalşıyoruz.
Önce teklifler alındı, ardından kısa bir liste yapılıp bazı ülkeler dışarda bırakıldı. Sonra da ardı ardına toplantılar başladı. Herhalde para bulunamamış olacak ki, şimdi de vazgeçildi.
Yıllardan beri bu ihale için çalışan bir Amerikalı yetkili ile karşılaştım. “Ne oldu?” diye sormamla birlikte, adam içini döküverdi.
“Herşey gördüm de bu kadarını görmedim. Yaklaşık 100 milyon dolar harcama yaptık. Sonunda bir bardak su içtik. Her işin riskleri vardır tabii, ancak sizin yaptığınız ciddiyete uymuyor. Ya hesaplarınızı iyi yapıp ihaleye çıkın veya ihale açmayın. İptal yerine, şu veya bu nedenle bir başkasına bırakılmış olsaydı dahi böylesine tepki duymazdık”.
EUROVİZYON’U
BBC’DEN İZLEYİNCE
Ben Eurovizyon’u İngilizlerin BBC Prime kanalında izledim. Meğer 30 yıldır aynı taktimci Eurovizyon’u izlermiş. Adama zaman zaman çok güldüm, zaman zaman da fazla sinirlendim. Komşu ülkelerin birbirlerine puan vermesine fena halde kızıyordu. Örneğin Bielerus Rusya’ya 12 puan verince “Tabii sizden büyük ondan değil mi” diyor, Balkan bloğuna veryansın ediyordu. Meltem’in iki elbisesini de beğenmemiş. Doğrusu ortaçağ kıyafetine benzeyen ve yakası İstanbul manzaralı kıyafet pek tuhaftı. Bir Cemil İpekçe, Atıl Kutoğlu varken o kıyafeti kim nereden buldu? BBC, Meltem’in elbiseyi kendisinin diktiğine kanaat getirmiş!
Korhan’a da “Charlie Chan” adını taktı. (Charlie Chan ünlü bir Çinli dedektif) Arada birde “İgor” diyordu, bir kere de “Morg Sokağı Fantomu”...
Bir ara TRT 1’e bağlanmaya çalışıldı, o sırada da bayan sunucu fartında değil, burnunu kaşıyordu. “Bayan, bayan burnunu karıştırma, ekrandasın” diye tezahürat yaptı. Yunanlılara ise çok sinirleniyordu. “Yunanlı Zorba diskoda” diye takılıp durdu.
En hoşuma giden devamlı Türkiye’yi methetmesiydi. 1970’li yıllarda Brüksel’de yaşayıp televizyondaki hüsranlarımızdan sonra bu son iki Eurovizyon doğrusu beni çok mutlu etti. Ne açmışız...
İMAM HATİPLİ
BİR KIZIMIZI DİNLEYİN...
İsmet Berkan Radikal’daki köşesinde geçen hafta, adını vermediği İmam Hatip ve oradanda üniversite mezunu olan genç bir kızımızın mektubunu yayınladı. Çok içten bir mektuptu.
Sizlerinde okumanızı istedim:
"Sizi çok meşgul etmeden son günlerde gündemimizden düşmeyen imam-hatipler konusunda birkaç şey söylemek istiyorum. Bunları söylemeye hakkım var gibi hissetmemin sebebi, benim de bir imam-hatip mezunu olmamdır. O okulda 7 yılımı geçirdim, gidişim ailemin (babamın) arzusuyla olmuştu. İzmir'de yaşıyorduk. 7 yıla çok şey sığmıştı, tartışmalar, baskılar, dostluklar, fikir ayrılıkları, ergenlik bunalımları. Ama sınıfımızdaki 38 kişiden belki sadece 4-5'i ciddi olarak demokratik sistemi değiştirmeye hayatlarını adamak üzere mezun oldular. Geri kalanımız kendi hayatları ile ilgiliydi. Çoğu ev kızı oldu, üniversiteye giderlerse başlarını açmak zorunda kalırlar diye. (Ben hiç başörtüsü takmadım.)
O okul bir toplumdu, şu anda içinde yaşadığımdan farklı olsa da. Ama kurtarılmış bir kale, bir militan üssü ya da şeriatın işlediği başka bir ülke değildi.
Biz de sadece 18 yaşın altındaki zapt edilmesi zor, okulu kıran, Kuran derslerinde bile (!) kopya çekmekten çekinmeyen, kendimizce haşarılık saydığımız işlerden zevk alan çocuklardık. Orada olmaktan mutlu muydun derseniz, değildim. Oraya kendi irademle gitmemiştim, pek çok arkadaşımın gitmediği gibi. Ama bir gün biteceğini ve kendi kurallarımı koyacak kadar büyüyeceğimi biliyordum. Liseyi bitirip üniversiteye geçmek için o kadar çalıştım ki, matematik, Türkçe, tarih gibi sınava yönelik derslerin haftalık saatleri düz lise tabir edilen liselerde verilenlerin altında olmasına rağmen, küçük çapta bir Türkiye derecesi yaparak (117. oldum) 9 Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'ne girdim.
Bu arada benim üniversiteye girdiğimden sonraki sene ağırlıklı ortaöğretim puanı uygulaması başlatıldı ve meslek liselerinin katsayıları düşürülerek mezunların üniversiteye girişleri zorlaştırıldı. Bu engele ben de takılabilirdim ama şanslıydım. Okula uyum sağlamam uzun sürmedi, hazırlık ile birlikte 5 yıl boyunca bir çocuktan bir yetişkine dönüştüm, hayattan neler istediğimi daha iyi anladım. Arkadaşlarım arasında benim çekingenliğim dışında pek bir sorunum olmadı. Ama acı gerçekle mezun olduğumda karşılaştım. Girmek istediğim kurumların yazılı sınavlarını kolayca geçiyor, ama mülakatta özgeçmişim okunduğunda salonda buz gibi bir hava esiyordu. Arkadaşlarım birer birer yeni işlerine başlıyor, ama ben nedense bir işe giremiyordum. Neden mi? Şu meşhur domuz bağlı Hizbullah cesetleri o tarihlerde bulunmuştu da ondan. Neyse uzatmayalım ben de turizm sektöründe bir işe girdim ve Bodrum'a yerleştim. Hayatımı burada yeniden kurdum, önceden planladığım gibi kendikurallarımla. Pek kolay olduğunu söyleyemem. Bugün bilen bilmeyen pek çok kişinin imam-hatipler ve imam-hatipliler hakkında yaptığı tartışmalar içimi sızlatıyor. Onları düşman bir ülkenin askerleri gibi görenler mi ararsınız, buldukları ilk fırsatta herkesin birer birer elini kesecek katiller mi... Onlar çocuk. Nasıl eğitirseniz öyle olacaklar. İmam-hatipleri kapatırsanız bu aileler çocuklarını okula göndermeyecek. Evlerde eğitecekler. Sonuç daha mı iyi olacak sanıyorsunuz? Hadi kapatmayalım mı dediniz. Üniversiteye girmelerini engellerseniz, onların hayallerini yıkarsanız, kendilerini gerçekten de başka bir ülkeye ait gibi hissetmelerine sebep olacaksınız. Ben tek çözüm görüyorum. İmam-hatiplerin müfredatları sıkı kontrolden geçirilsin ve mezunları da üniversiteye eşit şartlarda girsin, ayrımcılık yapılmadan. Dışlanmadan sisteme dahil edilsinler. Herkesin benim kadar şanslı olması beklenemez. İstemediği hayatları yaşayan o kadar çok kişi var ki etrafımızda..."
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|