YA DEĞİŞ VEYA KABUL ET...
Son gelişmeleri herhalde duşmuşsunuzdur.
ABD’deki Yahudi grupların en önemlilerinden biri sayılan, American Jewish Commitee (AJT) ve Anti-Defamation League (ADL) (İftira ve İnkarla mücadele Birliği) 1915 Ermeni olaylarını “Soykırım” olarak tanımlayacaklarını açıkladılar.
Bu, son derece önemli bir gelişmedir.
Şimdiye kadar bu iki grup, “Soykırım” konusunda, Türk tezini destekler ve sadece Yahudilerin Soykırıma uğradıklarını söylerdiler. Ermenileri, Uluslararası soykırım kampanyalarına sokmak istemezlerdi.
ABD Yahudilerinin, İsrail tarafından da desteklenen bu tutumları sayesinde, Türkiye şimdiye kadar kongreye yollanan Ermeni tasarıları başarıyla engelleyebilmiştir. Güçlü Yahudi lobisi, artık Türk tezini desteklemeyecek.
Bu tutum değişikliği öylesine kritik bir anda ortaya çıktı ki, şu sıralarda ABD kongresinin kapısında bekleyen son Ermeni tasarısının onaylanması neredeyse garantilendi. Şimdiye kadar 225 parlamenter tarafından imzalanan tasarının, önümüzdeki aylarda veya 2008’in ilk yarısında (ABD’deki Başkanlık seçimleri öncesinde) kabul edilmesi bekleniyor.
Bütün bunlara karşı Ankara ne yapıyor?
Lobi çalışmalarının dışına çıkılamıyor. Oysa, Ankara belki farkında değil, ancak bu işin lobi yaparak önlenebilme süreci çoktan bitti.
Washington’a veya İsrail’e, Fransa veya diğer AB ülkelerine şantaj yaparak, soykırım tasarıları engellenemez.
Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır.
Biri, Ermeni konusunda temel bir siyaset değişikliğine gitmektir. Siyaset değişikliğinden kastettiğim, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmak, sınır kapılarını açmak başta olmak üzere, diplomasi alanındaki tüm imkanlarını seferber etmektir.
Diğeri ise, bugünkü tutumunu değiştiremiyorsa, başına geleceklere boyun eğmektir.
Uluslararası alanda yanlızlığa itilmek ve soykırım damgasını yemektir.
KAMYON KASASINDA
ÖLÜME GİDİYORLAR...
Her hafta sonu aynı haberleri okuyoruz.
Kamyon kasalarına doluşmu piknikçilerin katliama benzer yekilde hayatlarını kaybetmeleri artık normal olaymış gibi izleniyor.
Kimileri, 15 kişilik kamyonete 55 kişi sıkıştırıyorlar. Diğerleri, 20 kişilik minibüse 60 kişi dolduruyor.
Kaza, geliyonum demiyor.
Ya yanlış bir sollama veya aşırı hız. Bazısı direksiyor başında uyuyuveriyor.
Sonuç, Bağdat’taki intahar bombacıları gibi onlarca ölü etrafa serpiliyor.
Bu manzara daha çok Güneydoğu kaynaklı haberlerde karşımıza çıkıyor.
Uzaktan baktığımız zaman “efendim, polis neden önlem almıyor?” diye yorum yapanlarımız var.
Acaba bu kadar kolay mı?
Polis önlemiyle çözülebilecek bir sorun mu?
Oysa unutuyoruz, bu ölümlerin temelinde fakirlik yatıyor. O insanlar, keyiflerinden değil, sırf günde 10-15 lira kazanabilmek için o kamyonlara doluşuyorlar.
Çoluk çocuk, anne baba, kız kızan hepsinin tek amacı para kazanabilmek.
Fakirliğin gözü kör olsun...
Bu insanların, kamyon kasalarında seyahat etmek gibi bir zevkleri yok.
Binlerce kilometre öteye, tarlalarda fındık veya pamuk toplamak için de, aynı şekilde kamyon- kamyonet kasalarına koyun gibi istif istif sığışmak ne bir töredir, ne de alışkanlık.
Sadece fakirliktir...
Fakirlik...
Bütün bunları görüyoruz, sonra kendi kendimize “Kürt sorunu nereden kaynaklanıyor acaba?” diye soruyoruz.
Faturayı sadece PKK’ya kesip, madalyonun öbür yanına bakmıyoruz.
Güneydoğu’yu bu fakirlikten, bu itip kakmadan kurtaramadığımız sürece, bizlerde Kürt sorunundan kurtulamayız.
Farkında değiliz, kamyon kasalarına istif etmeye zorladığımız o insanlar, aslında kürt sorununu da beraberlerinde taşıyorlar. Kapımızın önüne getirip bırakıyorlar.
HALAÇOĞLU, BARİ
KONUŞMASIN…
Bundan önce de birkaç defa oldu.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, görüşlerini anlatmaya çalışırken, yanlış anlaşıldı ve büyük tepkiler topladı. Defalarca, yeni açıklamalar yapmak zorunda kaldı.
Bu hafta içinde bir yenisini yaşadık.
Halaçoğlu’nun söylemek istediği çok basitti. Özetlemem gerekirse, Ermenilerin bir bölümünün, tehcirden kurtulabilmek için kendilerini Kürt ve Alevi olarak tanıttıklarını ve gerçek kimliklerini sakladıklarını, bundan dolayı da kaybolduğu varsayılan Ermeni sayısının arttığını ileri sürdü.
Bütün bunları da belgelere dayanarak ispat edeceğini, bu konuda bir kitap hazırladığını açıkladı.
Olabilir. Bu bir incelemedir ve ortaya konacak belgelere göre, kamuoyu kararını verir. Ancak sorun, bu konunun anlatılması sırasında kullanılan cümlelerden çıktı.
Halaçoğlu’ nun gazete manşetlerine yansıyan cümleleri tüyleri diken diken etti.
Tartışmalı bölümün bant çözümünü Hürriyet yayınladı:
"...Araştırmalarımızda şunu gördük ki pek çok bugün Kürt dediğimiz insanlar aslında Türkmen asıllı, yapısal olarak söylüyorum. Ama bununla beraber bir şey daha ifade ediyorum, bunlar fantezi değil söyleyeceğim şey. Bugün Kürt olarak bilinen hatta hatta şöyle söyleyeyim, Kürt Alevi olarak bilinen birçok insan da maalesef Ermeni dönmeleridir. Ve TİKKO’nun içinde yer alan, PKK’nın içerisinde yer alan insanlardan birçoğu bunlardan. Yani bizim zannettiğimiz gibi bir Kürt hareketi değil PKK ya da TİKKO hareketi."
Son derece karışık ve yanlış anlamaya açık cümlerle yapılmış bir açıklamaydı. Durum böyle olunca, olayın basına yansıması daha da kötü oldu. Çok daha felaket bir manzara ortaya çıkardı. Buna göre, Halaçoğlu, bir kesim Kürt ve Alevilerin gizli birer “Ermeni dönmesi” olduklarını iddia ediyor…Elinde bunların listeleri olduğunu söylüyor…Ancak bu listeleri açıklamak istemediğini belirtiyordu.
Halaçoğlu düzeltme yaptıkça, işler daha da karıştı. Yanlış anlamalar daha da arttı.
Ben Prof. Halaçoğlu’nun ne demek istediğini, TTK Başkanının medyada yayınlanan sözlerinden değil de, satır aralarını deşifre ederek anlayabildim.
Haddim olmayarak Başkan’a bir önerim var:
Ya yazılı metin üzerinden konuşun ve metni hemen dağıtın veya hiç konuşmayın.
Zira anlatımınız gazeteciler tarafından anlaşılamıyor. Buna kötü niyet denemez. Herkes kötü niyetli olamaz. Bilemiyorum, belki de çok bilimsel konuştuğunuz için anlayamıyoruz.
Ayrıca son denemenin, Ermeni, Alevi ve Kürt vatandaşlarımızı ne kadar kırdığını gördük. Galiba onların da bir özür hakları var.
FEDERASYON, DAHA
AĞIR CEZA VERMELİ
Biz bu işin içinden kolay çıkamayacağız.
Hemen her maçtan sonra taraftar kavga çıkarıyor.
Ya tribünleri yakıyor veya sahaya giriyor.
Ya kendi futbolcularını dövüyor veya karşı takımın oyuncularını.
İstediğimiz kadar polis önlemi alalım, olmuyor.
Artık futbol federasyonu kolları sıvamalı.
Eğer bu cezalar arttırılmazsa, istediğimiz kadar polis koyalım başa çıkamayacağız.
Federasyon eline bir odun almalı ve olay çıkaran her takımı veya taraftarını çok sert şekilde dövmeli.
Seyircisi ve oyuncusu korkmadıkları, kulüp yetkilileri kendi taraftarlarına çeki düzen vermedikleri sürece kurtulamayacağız.
İşte bu açıdan baktığımda, Trabzon’a verilen 5 maç seyircisiz oynama cezasını az buldum. Galatasaray seyircisi sahaya pet şişe attığı için 5 maç seyircisiz oynarken, Trabzonspor’un göz göre göre sahayı basan ve adam döven taraftarlarının işledikleri suçun çok daha ağır olması gerekiyor.
Federasyon, sadece bu kadarıyla yetinir, örneğin Trabzon’un puanını silmezse, yarın aynı manzaralarla karşı karşıya kalmamız çok olağandır.
Biliyorum, Trabzonsporlu dostlarım bana kızacaklardır. Ancak, bu işin sonu yok. Birine göz yumar, diğerine sempatik görünmeye kalkarsak, bu olayların önüne geçemeyiz.
Federasyon korkmamalı.
Aksine çok katı davranmalı.
Tribüne çıkan taraftar, taşkınlık yaptığı taktirde kulübüne çok pahalıya mal olacağını bilmeli. Diğer taraftarlar, taşkınlık edenleri engellemeli.
Yöneticiler, seferberlik ilan etmeli.
Bunun başka çıkış yolu yok.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|