RUM KÜLTÜRÜNÜ SADECE
YUNANLILARA BIRAKMAYALIM …
Geçen haftasonunda, Zoğrafyan Lisesi’ni Bitirenler Derneği, “İstanbul’da Buluşma: Dün ve Yarın” konulu bir konferans düzenlendi. İstanbul Rumları’nın bir araya geldikleri ve özlem içinde hatıralarını tazeledikleri iki günlük bir çalışmaydı.
Bu konferans ve yapılan konuşmalar bana, çok hayıflandığım bir konuyu hatırlattı: Anadolu Rumları ve Patrikhane kültürü…
Ben, 1950’lerde Rumlar’la aynı mahalleleri paylaşan, iyi dostluklar kurmuş, onların dünyalarını anlayan bir kuşağın mensubuyum. İstanbul’dan kovarak büyük hata ettiğimizi artık toplumumuzun önemli bölümü tarafından kabul edilen Rumlar’ı ve kültürlerini paylaşmamız gereken bir zenginlik olarak görenlerdenim.
Unutmayalım ki, Anadolu nice kültürlere analık yapmıştır. Rumlar da Anadolu’ya gönüllerini ve kültürlerini vermişlerdir. Bugün bu topraklarda bizler oturuyoruz, ancak topraklara sahip olmak, tüm zenginlikleri paylaşmak anlamına gelmiyor. Osmanlı’ya ve ardından da bizlere renk veren Rumlar, dinleriyle, patrikleriyle, kiliseleriyle, şarkıları, ikonları ve günlük yaşamlarıyla bu toprakların zenginliğiydiler.
Bugün çok azı da kalsa, bu zenginlikleri mutlaka korumalı, gelişmesine yardımcı olmalı ve paylaşmalıyız. Avuç içi kadar küçük fanatik bazı grupların şirretliklerinden korkup susmamalıyız.
Anadolu’nun hakkını ancak bu şekilde verebiliriz.
Zoğrafyan Lisesi Konferansı’nı işte bu bakış açısıyla izledim.
Mehmet Yılmaz’ın daha önce değindiği gibi, Rumlar’ı ve onların kültürlerini bir alış-veriş metası gibi görmemek gerektiğine inanırım.
Bu ülkenin kapılarını Rumlar’a tekrar açan Turgut Özal idi. AK Parti hükümeti ilk başlarda büyük ümitler vermiş ve bu mirasa farklı bakacağını göstermişti. Ancak şimdilerde, onlar da fanatiklere takılıyorlarmış gibi bir havaya girdiler.
ERDOĞAN’IN YAKLAŞIMI
SON DERECE YANLIŞ
İşte en tipik örneği:
Başbakan, Türkiye’deki kiliselerin tamiri ve vakıfların sahiplerine geri verilmesine karşılık, Yunanistan’ın ülkesindeki Türk kökenli Müslüman azınlığa hiçbirşey yapmadığına sık sık dikkat çekiyor. Bu iki tutum arasında bir bağ kuruyor ve karşılığını bekliyor.
Neden ?
Eğer Yunanlılar, kendi vatandaşları sayılan Türk kökenli Müslümanlar’ın dini gereksinimlerini karşılamakta beklendiği kadar adım atmıyorlarsa, bu onların ayıbı. Bizi ilgilendirmeli, ancak bir pazarlık konusu olmamalı.
Türkiye sınırları içindeki kiliseler ve patrikhane ise, bize ait unsurlar. Kültürel bir miras olarak algılanmalı. Onları onarmak, Mehmet Yılmaz’ın da değindiği gibi, onlara sahip çıkmak ve gelecek kuşaklara aktarmak ise bizim sorumluluğumuz olmalı.
Bu iki konu arasında bir bağ kurmak, Yunanistan’a patrikhane ve kiliseler-vakıf malları hakkında bir söz hakkı vermek anlamına gelmez mi?
İstanbul’daki Patrikhane’ye sahip çıkmak mı, yoksa hayatlarını rahatlatmak mı daha doğru bir yaklaşımdır?
Benim düşlediğim Türkiye, gereksiz korkularını yenmiş, kendine güvenen ve Anadolu’daki tüm kültürlere sahip çıkmış bir ülkedir. İçine dönük, herkesten korkan ve İslam dışındaki her gelişmeyi protesto eden bir ülke değil.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|