ZİDANE KAYBETTİ…
BERLİN.
Coca Cola’nın Türkiye ekibi yıllar öncesinde bir klüp kurdu.
Kupa finallerini izlemeyi sevenler kulübü !
Ağırlıklı olarak medyadan ve bazı iş adamlarından 15-20 kişilik aynı grubu Kupa finallerine davet ediyor. Belki fikir ilk defa ortaya atıldığında vardı, ancak geçen zaman içinde, bu olayın reklamla veya sevimli görünmekle ilgisi kalmadı. Eğlenceli, dostluğun ön planda tutulduğu bir seyahat oluyor. Bu grubun içinde ben de varım ve davetleri hiç kompleks duymadan, büyük bir memnuniyetle kabul ediyorum. Nedeni de basit, bir dünya vatandaşı olarak, bilet alıp, otelde ve uçakta yer ayırtıp finale girmenize imkan yok. Bir sisteme dahil olunca, hem finali izleyebiliyorsunuz, hem de çok keyifli bir kaç gün geçiriyorsunuz.
Coca Cola ekibine de (başta Ahmet Burak, Ahmet Bozer ve Gürtay Kıpçak) çok teşekkür ederim.
Şimdi gelelim Berlin finaline…
Tatsız tuzsuz bir maç oldu.
Fransa da, İtalya da “oynuyormuş” gibi yaptılar. Futbolcuların halinden bıkkınlıkları, bütün bir sezonun yorgunluğu belli oluyordu. Hele uzatmalarda, koşacak halleri dahi kalmamıştı. Seyirciler onlardan daha heyecanlı, daha istekliydiler.
Eminim sizler de izlemişsinizdir.
Birkaç güzel pas ve tehlikenin dışında ne vardı ?
Zaten bu kupa sürekli sürprizlerle geçti.
Favoriler elendi, “hiçbir şey yapamaz” denilenler öne çıktı.
Bunların yanında bol bol tiyatro seyredildi. Yerlerde tepinen, acı çektiğini abartılı biçimde gösterenlere bakıp, “bu adam artık oynayamaz” dediklerinizin iki dakikada ayağa kalkışlarını hayretle seyrettiğimiz bir kupa izledik.
ZİDANE, AKDENİZLİ
SİNİRİNE KURBAN GİTTİ…
İnsanoğlu ne kadar uzun süre başka bir kültürde yaşarsa yaşasın, sonunda yine genlerine teslim oluyor.
Zidane’ın attığı kafayı başka nasıl anlatabilirsiniz ?
Düşünün, son milli maçınızı oynuyorsunuz. Üstelik ortaya koyduğunuz futbol açısından büyük övgüler kazanmışsınız. Fransız kamuoyu sizi ayakta alkışlamış. Final maçının bitmesine 10-15 dakika kalmış ve işin uzatmalara, hatta büyük olasılıkla penaltılara kalma olasılığı da artmış. Ve siz bir İtalyan futbolcunun -tahrik edip kızdırmak için- küfürüne mağlup oluyor, kendinizi tutamayıp “Ulan bana böyle laf edenin ben…”diyor ve kafayı patlatıyorsunuz.
Buna şarklılık denmez de ne denir ?
Hadi şarklılık demeyelim de, biraz daha yumuşatıp Akdenizlilik diyelim…Zira aynını İtalyan, Yunanlı veya bir Türk futbolcu da yapabilir.
Eğer sahada bir Alman veya bir Alman gibi düşünebilen başka bir futbolcu olsa, Zidane’ın attığı kafayı atmazdı. Önce işin nerelere gideceğini düşünür, hesabını yapar, belki dayanamayıp bir küfürle karşılık verip sırtını dönerdi.
İşte iki farklı kültür, iki ayrı yaklaşımın yarattığı, iki farklı dünya… Ne yaparsanız yapın, kendinizi değiştiremiyorsunuz.
Tıpkı, Almanya’da doğmuş, 30-40 yıl Almanya’da çalışmış, sistemin bir parçası olmuş bir Türk’ün, (kendimden de örnek gösterebilirim) Türkiye’ye adımını attığı andan itibaren, kırmızı ışıkta durmaması, alıştığı en temel kuralları bozmaya başlaması gibi…
Bazılarımız çok şeyi başarabiliyor da, genlerine hakim olamıyor.
Tıpkı Zidane gibi…
Bu Kupa’nın asıl mağlubu da zaten Fransa değil, Zidane oldu…
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|