11 EYLÜL’Ü
TAM ANLAYAMADIK
11 Eylül 2001’i Uluslararası ilişkilerin miladı gibi görenler belirli oranda haklılar. 11 Eylül öncesi ile sonrası birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar farklı. Eski dengeler, eski yaklaşımlar ve kavramlar artık yok.
11 Eylül öncesinde Amerika Birleşik Devletleri yine bir süper güçtü, teknolojisi, askeri yeteneği, ekonomisiyle bütün dünya’yı etkileyebiliyordu. Ancak, iki temel duyarlığı vardı.
Biri, uluslararası hukuka önem vermek, diğeri de adımlarını daima müttefikleriyle birlikte atmaktı. Başta NATO olmak üzere, bölgesel ittifaklar oluşturur ve askeri müdahelelerinde de Birleşmiş Milletleri işin içine sokmaya özen gösterirdi.
Amerikalı kendini “vurulmaz” görürdü. Amerikan kıtası adeta bir kale gibiydi. Bu kalenin içindekiler rahat, zengin ve güvencedeki insanlardı. Dünya’nın dost bir köşe’sinde felaketler yaşanabilir, insanlar ölebilir, ancak kimse Amerika’ya dokunamazdı.
İşte bu kale 11 Eylül günü tam kalbinden vuruldu. Tahmin, tasavvur dahi edilemeyen gerçekleşti. Amerikalı kendini birden bire “aciz ve tehdit altında” hissetti. Demek ki, başkaları gibi Amerikalılar da vurulabilirdi, dünya’da artık güvenli hiçbir yer kalmamıştı.
Bu olay, Amerikalıyı (sokaktaki en basit vatandaşından, Beyaz Saray’da oturan Devlet Başkanına kadar herkesi) etkiledi. Amerika bir anda değişti.
2001’de Bush yönetimi seçimi kıl payı farkla kazanmıştı. Dünya’ya pek ilgi duymayan, tüm çabasını Amerikanın iç politikasına yoğunlaştırmaya hazırlanan bir yönetim görüntüsü veriyordu.
Usame Bin Ladin, işte içine dönmek isteyen bu dev’e unutamayacağı bir darbe vurdu. Canını çok acıttı.
Arı kovanına çomak soktu.
ABD, BİRDEN
FARKLILAŞTI
Bu olay Washington’u çılgına döndürdü ve Bush yönetiminin dünya’ya bakışını da tümüyle altüst etti.
“Ülkem tehdit altında. Bu tehdide karşı tek önlem, bulunduğu yerde ve harekete geçmeden ezmektir” stratejisi saptandı.
Hedef: Silahlı İslami gruplardı.
Yer : Orta Doğu ve Güney Doğu Asya idi.
Bu gelişme herşeyi değiştirdi.
ABD, o güne kadar bağlı kaldığı birçok ilke, kavram ve söylemden vazgeçti.
Şöyle bir düşünce tarzı geliştirdi:
“Ben dünya’nın en güçlü ülkesiyim. Teknolojiye ben hakimim. Silahlı kuvvetlerim aynı anda üç ayrı yerde savaşabilecek güçte. Ekonomim, dünya ekonomisini düzenliyor. Tarihte hiçbir imparatorluk benim kadar güçlü olmamıştır. Artık kalıpların dışına çıkmalıyım, kendi düzenimi kurmalıyım. Üstelik, kuracağım yeni düzen, bütün dünya’nın lehine olacaktır.”
Bu düşünce şekli özellikle yeni muhafazakarlarda çok yaygınlaştı.
Amerika Pandora kutusunun kapağını açmış, cinleri salıvermişti.
ÖNCE AFGANİSTAN,
ARDINDAN IRAK
Bush yönetimi, 11 Eylül’den kısa bir süre sonra, önce Afganistan’ı vurdu ve Taliban rejimini devirdi. Ardından da, listesine Irak’ı aldı ve Saddam rejimini yok etti.
Her ne kadar savaş sonrasında Afganistan ve Irak’ta yeniden yapılandırma konusunda başarısız kalmış olsa dahi, askeri gücünü ispatlamasını bildi.
Bush yönetiminin kurmayları, tüm eski kalıpları kırdılar. “Gerekiyorsa sınırlar da, rejimler de değişmeli” anlayışı ile harekete geçtiler.
Orta Doğu’ya, özellikle, petrol sahibi, zengin Arap rejimlere bakışını değiştirdi.
Eskiden, petrol kaynaklarını ellerinde tutanlar –ne kadar kötü rejimlerle yönetilseler dahi- desteklenirdi.
Artık, bu rejimlere “hesap veren, Silahlı İslami grupları desteklemeyen, daha demokratik olmaları” koşulunu getirdi. İşte bu çerçevede yıllar süresince en hayati müttefik olarak, eller üstünde taşınan Suudi yönetimine dahi ters bakmaya başlandı.
Müttefiklerine döndüler ve “Bizimle geliyorsanız gelin, gelmeyen kendi başının çaresine baksın” dediler. Şimdiye kadar üstünde titrenen, Almanya ile ilişkilerin değişmesi pahasına politikalarını sürdürdüler.
Başta BM olmak üzere, hiçbir ittifakı dikkate almadı, işin içine sokmadılar. “Artık Uluslararası bürokrasinin ufak hesaplarından bıktık. Biz gerekeni yaparız” dediler.
Amerikalı eskiden mütevazi idi. Gücünü ön plana çıkarmaz, işbirliği arardı. Şimdi, kendinden emin, başkalarına tepeden bakan bir tutuma girdi.
11 EYLÜL TÜRKİYE’Yİ DE
ETKİLEDİ..
Bugün gelinilen noktada çok kimse aynı soruları soruyorlar:
“ABD bu yaklaşımıyla, imparatorluğunu acaba gereğinden fazla mı zorluyor? Sonun başlangıcı mı yaşanıyor?”
Bu tartışma uzun yıllar sürecektir.
Her imparatorluk gibi, Amerikan İmparatorluğunun da sonu olacaktır. Ancak bunun birkaç yıl içinde gerçekleşmesi imkansızdır. ABD yönetimlerinin genel tutumları ve dünya’daki gelişmeler herşeyi etkileyecektir.
Uzun vadeyi bir yana sırakıp, kısa ve orta vadeye bakarsak, Türkiye artık ABD ile komşudur. Ankara, politikalarını, Irak’taki bazı aşiretlerin ne dediklerine veya Kürtlere göre değil, önümüzdeki gerçeklere göre ayarlamak zorundadır.
Acaba bizler (medyası, siyasileri, askeriyle) 11 Eylül’ün ne denli bir deprem yarattığının farkında mıyız?
Ben sanmıyorum.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|