ABD’Yİ ŞAŞIRTAN TÜRKLER KİM?
Washington’da en düst düzey yetkilileri dinledim orta düzeydeki yetkilileri gördüm, Kongre üyeleriyle konuştum. Bugünkü yazımda sizlere, ABD’de karar mekanizmalarını oluşturanların haklı veya haksız nedenlerle Türkiye’deki kararları oluşturanlara nasıl baktıklarını anlatmak istiyorum. Bu değerlendirmeyi, Washington’da konuştuğum yetkili kişilerin (sivil-asker-diplomatik-kongre üyesi) söylediklerine dayandırıyorum. Aşağıda bulacağınız sözler benim tarafımdan özetlenmiştir. Bunlar resmi görüş değil, sadece izlenimlerdir.
ABD’Yİ ŞAŞIRTAN TÜRKLER KİM?
Washington’da en düst düzey yetkilileri dinledim orta düzeydeki yetkilileri gördüm, Kongre üyeleriyle konuştum. Bugünkü yazımda sizlere, ABD’de karar mekanizmalarını oluşturanların haklı veya haksız nedenlerle Türkiye’deki kararları oluşturanlara nasıl baktıklarını anlatmak istiyorum. Bu değerlendirmeyi, Washington’da konuştuğum yetkili kişilerin (sivil-asker-diplomatik-kongre üyesi) söylediklerine dayandırıyorum. Aşağıda bulacağınız sözler benim tarafımdan özetlenmiştir. Bunlar resmi görüş değil, sadece izlenimlerdir.
CUMHURBAŞKANI A. NECDET SEZER :
Washington’da tezkere ile ilgili olarak en çok Cumhurbaşkanı Sezer’in rolü konuşuluyor. Başından itibaren, olayı tamamen hukuk açısından gördüğü, konunun siyasi yönünü hiç anlayamadığı belirtiliyor. Aynı görüşlere, hem Pentagon, hem dışişleri bakanlığı, hem de kongre çevrelerinde rastlıyorsunuz. Bush yönetimde kaldıkça ve iki ülke arasındaki ilişkilerde bir değişiklik olmadığı sürece, Türkiye Cumhurbaşkanının Beyaz Saray’a girmesinin çok güç olacağı sık sık tekrarlanıyor. Bu bir politika olmayabilir, ancak genel bir havayı yansıtıyor. Sezer, Washington’u şaşırtan Türkler arasında en çok sayılan isimlerin başında geliyor.
ERDOĞAN-GÜL
Kulakları çınlatılan isimlerin başında , Erdoğan-Gül ikilisi geliyor. Ancak ilginçtir bu ikili anti ABD kategorisine konmuyor. Özellikle Gül, durumun vehametini çok geç anlamak, gereksiz zaman harcamak ve AKP grubundan çıkabilecek süpriz karara karşı yeterince hazırlıklı olmamaktan dolayı sorumlu görülüyor. “Kararın, bir yol kazası olduğunun farkındayız. Ancak ne olursa olsun Gül-Erdoğan bunu engellemelilerdi” diyen bir çok ABD’li yetkili, bu ikiliyi deneyimsizlikle ve olayı hafife almakla suçluyorlar.
Erdoğan’ın kendilerine hiçbir zaman söz vermediğini, ancak ABD’li yetkililerle yaptığı her konuşmada, Türkiye’nin Saddam’a karşı ABD ile birlikte hareket edeceği konusunda hiç kuşku bırakmadığını da sözlerine ekliyorlar.
Erdoğan-Gül ikilisine bakışların sertleşmesinin nedeni, TBMM Başkanı Bülent Arıç’ın oylamada Cumhurbaşkanı Sezer ile birlikte son derece etkin ve olumsuz rol oynaması. Arınç’ın adeta gözardı edilmesini, ikna edilmemesini anlayamadıklarını ısrarla söylüyorlar. “Erdoğan-Gül ikilisi bizi pek şaşırtmadılar, ancak Arınç’ı hiç tanıyamamışız, bunu geçte olsa anladık” diyen bir ABD dışişleri bakanlığı yetkilisi, şu cümleyi ekleyemeden de edemedi: “Zaten Türkiye’yi toplum olarak pek anlayamadığımızın da farkına vardık.”
Özellikle Pentagon, tezkere oylamasından bir gün önce yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında konuyla ilgili hiçbir kararın çıkmamasının sorumluluğunu Türk Genelkurmay Başkanlığının pasif tutumuna bağlıyor. Aslında MGK’dan karar çıkmamasında Cumhurbaşkanı Sezer’in çok etkili bir rol oynadığı da biliniyor. Ancak, Pentagon’un gözünde TSK, Türkiye’deki tüm konularda kendini söz sahibi olarak görüyor ve önemli konularda da etkisini çekinmeden kullanıyor. Bu defa TSK’nın çekimser bir tutum sergilemesi veya Washington’dan böyle bir izlenimin doğmasının altında başka olaylarında yattığı belirtiliyor. Örneğin, Amerikalı askerlere kötü muameleler, İncirlik’in görev sahası olmaktan çıkarılması, bazı malzeme sevkiyatının engellenmesi gösteriliyor. Ne kadar doğru, ne kadar abartılıdır, bilemiyorum. Bildiğim, neler olduysa Pentagon’da müthiş tepkiyle karşılanmış. Benim en çok ilgimi çeken, TSK’ya bu eleştirileri yöneltenlerin, Genelkurmay Başkanı Özkök’ü gelişmelerin dışında tutmaları ve isim vermeden sürekli “bazı komutanlar” cümlesini kullanmalarıydı.
CUMHURİYET HALK PARTİSİ : Washington’da şaşkınlık ve tepki yaratanlar listesinde CHP’de geniş bir yer tutuyor. Deniz Baykal başta olmak üzere, CHP kadrolarının sadece muhalefet yapmakla yetinmeyip, son derece sert bir propaganda ile kamuoyunu etkilediğine inanılıyor. CHP’nin Türkiye’nin en etkin kesimlerinden sayılan Kemalist kesimleri, giderek Batı aleyhtarı ve Amerikan düşmanı bir cepheye doğru çektiği belirtiliyor. “Kemalizmin 3 üncü dünyacı kesim” diye nitelenen bu kesimin , Türkiye’yi hızla 3 üncü dünyacı bir politikaya ittiği ileri sürülüyor.
Sık sık adı geçenlerin başında ise Kemal Derviş ve Şükrü Elekdağ sayılıyor. Kemal Derviş’in de CHP ile red oyu kullanması ve hiç bir direnişte bulunmaması; Şükrü Elekdağ’ın ise, Washington’da onca yıl görev yapmasına rağmen, oylama öncesi, sırası ve sonrasında gerçek tutumunu göstermemesi eleştiriliyor.
BENDE ABD’LİLERE ŞAŞIRDIM...
Washinton’da özellikle resmi yetkililerin söylediklerini dinledikçe, asıl ben şaşırdım. Hele Amerikalı yetkililerin “Cumhurbaşkanını tanıyamamışsınız... Bülent Arınç’a hayret ettik... AKP ve CHP’ye şaşırdık... Genelkurmay’ın neden böyle hareket ettiğini anlayamadık...” demelerine bir anlam veremedim. Oysa bizler Amerikalıların herşeyi bildiklerini, herkesi tanıdıklarını sanırdık.
Nerede kaldı o koskoca mekanizma?
Nerede kaldı, yıllara dayanan diyaloglar?
Demek ki birbirimizi doğru dürüst tanıyamamışız. Dedikoduların ötesinde, derinlemesine bir analiz yapılamamış.
Ne bizler Washington’u anlayabilmişiz, ne de Amerikalılar 50 yıllık yakın ilişkilerine rağmen ne TSK’yı ne de Türk sivil kadrolarının gerçek düşüncelerini anlayabilmişler.
Her iki tarafta sınıfta kalmış...
Bari bundan sonra birbirimizi anlamaya çalışalım...
MESLEKTAŞ ELEŞTİRİLERİNE YANITIM VAR...
Bütün bir hafta boyunca, Paul Wolfowitz- Mark Grossman ikilisinin MANŞET programına yaptığı açıklamalar konuşuldu. Melekdaşlarımdan (beni seveni de- sevmeyeni de dahil) çok övgü aldım. Hepsine teşekkür borcum var. Bu arada en hoşuma giden bir cümleyi Fatih Altaylı etmiş. “Türkiye’nin en iyi muhabiri olduğumu “ yazmış. Benim için en büyük onur, en büyük övgü bu cümlede gizliydi.
Bu arada yine Fatih dahil, bazı dostlar da, “MAB neden şu soruyu sormadı- neden bunu görmezden geldi?” diye eleştiride de bulundular.
Haklılar.
Bütün bu soruları sormam gerekirdi. Üstelik, benim de hazırlayıp soramadığım sorular elimde kaldı. Zira belirli bir süremiz vardı ve bu süre içinde de, öncelikli sorulara zaman kaldı.
Ayrıca, bir grup gazeteci, siyasetçi, bazı emekli komutanlar, hatta okurlarım da, “Kardeşim sen de onların hatalarını yüzlerine vurmalı, Türkiye’nin tutumunu savunmalıydın” dedi. Hatta bazıları daha da ileri gidip “ABD’nin borozanları” suçlamasında dahi bulundular.
Özür dilerim, ancak, benim için bir gazeteci “Devlet görevlisi” gibi davranamaz. Ben karşıma oturanlarla, Türkiye adına tartışmaya girmem. Karşımdakinin ne demek istediğini öğrenmeye ve kamuoyuna yansıtmaya çalışırım. Gazetecinin görevi Devlet memurluğu değildir.
Bu eleştirileri getirenlere sadece şu sözüm ve bazı sorularım var: Neden siz Washington’un nabzını tutmayı akıl edemediniz? Neden gitmediniz? Sizler de akıl etseydiniz, aynı sözleri sizlerde duyardınız. Siz bu söyleşileri yapsaydınız ve çanak olmayan (!) sorular sorsaydınız. Ayrıca 37 yıllık meslek hayatımda kimsenin borazanı olmamışımdır. Yıllardır, tüm haksız eleştirilere rağmen, uluslararası gazetecilik kurallarına uygun hareket ediyorum. Uluslararası medya’da geçerli olan doğruları yapıyorum. Yine de aynı yolda devam edeceğim. Türk basınında çıtayı en yakarıda tutmaya çalışacağım.
Övgüsü ve eleştirisiyle herkese teşekkür ederim...
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|