AVRUPA TÜRKİYE
İLE YOL AYRIMINDA
Türkiye Avrupa ile birleşmek için, Yunanistan ile birlikte ilk defa 1959 yılında başvurduğu sırada ben 18 yaşındaydım. O zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 9 ülkeden oluşuyordu ve bu iki ülkenin başvurusu büyük heyecanla karşılanmıştı. AET ülkeleri Türkiye ile Yunanistanın kendilerini İngiltere’nin patronajındakı EFTA’ya (Avrupa Serbest Ticaret Birliği) tercih etmelerini bir siyasi ve ekonomik zafer olarak nitelemişlerdi.
1963’te imzalanan Ankara anlaşmasıyla Türkiye’ye tam üyelik hakkı tanınmış ve bu anlaşma soğuk savaş dönemindeAET’nin en başarılı adımı olarak alkışlanmıştı.
Bu ilişkiye bir de isim takıldı: “Ortak üye”. Yani tam üyeliğe giden ortak ülke.
Bu anlaşmalar ardı ardına sürdü. 1971’de ekonomik entegrasyonu hızlandırmak için katma protokol imzalandı ve Türkiye’nin tam üyelik hedefi tekrar vurgulandı. Yıllar birbirini kovalarken, Türkiye hep birgün gerçekleşecek olan katılımını düşleyerek Ortak Üyeliğini sürdürdü. NATO üyeliğini, Avrupa ailesine girişi için bir kartvizit olarak gördü.
1987’de, tam üyelik başvurusunu yaptıklarında ise Türkler “Henüz hazır değilsiniz. Şimdilik Gümrük Birliğini tamamlayın sonra görüşürüz” yanıtını aldılar. İlk şok buydu.
1995’te, bu defa sırf tam üyelik hedefini güvenceye alabilmek için, Türkiye AB ile Gümrük Birliği anlaşması yaptı. Tam üye olmadan Gümrük Birliğine ekonomisini açan tek ülke oldu. AB, Ankara’nın bu cesaretini de alkışlarla karşıladı.
Türkiye’nin 43 yıllık tam üyelik macerası hep böyle sürdü. Bu süreç içinde AB, 9’lu üyelikten 15 üyeli dev bir topluluğa dönüştü, ancak Türkiye ortak üyelikten tam üyeliğe çıkamadı.
Ankara beklediği momentumu 1999’da Helsinki doruğunda yakaladı. 12 adaylı genişleme Türkiye açısından son fırsat olarak değerlendirildi. 43 yıllık bir rüyanın gerçekleşme ümidi doğmuştu ve Türkler kendilerini dahi şaşırtacak şekilde Kopenhag kriterlerine uyum yasalarını büyük bir hızla tamamladılar. İnsan Hakları ve Demokrasi alanındaki eksikliklerini giderdi. PKK lideri Öcalan’ın idam cezası dahil, Kürt sorunu gibi son derece siyasi risk dolu kararları, hemde bir genel seçim öncesi almayı bildi.
Kıbrıs sorununu çözebilmek üzere ilk defa ciddi şekilde kollarını sıvadı. Kofi Annan planına yeşil ışık yaktı.
Türkiye şimdi 12 Aralık Kopenhag doruğunu bekliyor.
13 aday ülkeye Noel hediyeleri dağıtılacak.
10’u tam üyeliğe kabul edilecek, 2’sine tam üyelik için tarih verilecek. Geriye, Türkiye kalacak.
Ankara Kopenhag’dan, tam üyelik müzakerelerine başlayabilmek için somut bir tarih almayı hedefliyor. Ancak muhafazakar çevrelerden de son derece sert bir muhalefetle karşı karşıya. Bu çevreler, Türklerin müslüman olduklarını ilk defa farketmişler gibi, kültür farkını, Türkiye’nin büyük bölümünün Asya’da bulunmasını, demokrasinin hala rayına oturmadığını, çok kalabalık , çok büyük ve fakir olduğunu ileri sürüyorlar.
Türk kamuoyu Kopenhag doruğunu, Avrupa ile ilişkilerinin tarihi bir yol ayrımı olarak görmektedir. Somut bir tarih alınamadığı taktirde büyük hayal kırıklığı yaşanacaktır. Böyle bir karar, Avrupa’nın Türkiye’yi 43 yıldır oyaladığı, aldattığı ve sırf müslüman olduğu için dışladığı şeklinde algılanacaktır.
Soğuk savaş döneminde Avrupa’nın savunmasında istenen rolü oynadıktan sonra, bugün ihtiyaç kalmadığı için kenara itildiği hissi yaygınlaşacaktır.
Avrupanın savunması için örgütlenen AGSP, ESDP konusunda Türkiye’den beklenen “anlayış” bulunamaycaktır.
Tam üyelik müzakerelerine başlamak için somut bir tarih alamamış, tam üyelik perpektifini elde edememiş bir Türkiye Kıbrıs Türklerini (KKTC) AB’ye emanet edemeyecek, güzel sözlere güvenemeyecek ve 50 yılı aşkın süredir çözüm bekleyen Kıbrıs’ın tam üyeliği bölünmeyle sonuçlanacaktır.
Türkiye içine kapanacak, ülkedeki demokrat güçler hüsrana uğrayacaklar ve uzun yıllardır süren identity krizi biraz daha derinleşecektir.
Avrupa Kopenhag’da, Türk sorununa nasıl yaklaşacağını ortaya koyacaktır. Somut bir tarih verilmemesi, sadece AB ilişkilerinde yol ayrımına neden olmayacak, tüm İslam dünyasına da olumsuz bir mesaj yollayacaktır.Türkiye’nin dışlanması hem bu ülkedeki İslamcı hareketlere, hem de İslam dünyasına, AB’nin bir hristiyan klübü olduğu ve bu klüpte müslümanlara yer bulunmadığı işaretini verecektir.Radikal İslamcı akımlar, Türk modelinin bu şekilde dışlanmasından memnuniyet duyarken, Türkiye’deki siyasi islam hareketi de güç kazanacaktır.
43 yıllık bir rüya kabusa dönecektir.
Türkiye 1950’lerde NATO’ya da aynı şekilde, Avrupanın derincine karşılık ABD’nin baskısıyla ve kerhen alınmış, sonradan omuzlarda taşınmıştı. Bugünde aynı yaklaşımları görüyoruz. Avrupa çekimser, Washington ise ısrarla Türkiye’yi Avrupa camiasına sokturmaya çalışıyor. Ancak bu defaki tehlike, eskisi gibi uzağı gören siyasi lider azlığıdır.
AB için artık Türkiye hakkında karar verme zamanı gelmiştir.
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|