TRT DAVASININ
İÇ YÜZÜ…
Sevgili okurlarım, Emin Çölaşan hemen her yazısında benim TRT’yi 200 milyar TL dolandırdığımı, sahtecilik suçuyla mahkum edildiğimi ileri sürüp duruyor. Sizlerden de “nedir bu TRT davası?” diye mesajlar alıyorum. Çok anlattım, ancak tekrar edeyim:
1985-1991 yılları arasında TRT’ye, özel bölümler dahil 80’in üzerinde 32.GÜN programı ürettik. 20 kişiye kadar yükselen kadrosuyla 32.GÜN, dünyanın dört bir yanında çekimler yapıp ekrana yansıttı.
5 yıl süreyle bu harcamalar karşısında TRT’ye 4.400 adet fatura, makbuz ve harcama fişi verilmiş ve toplam 2 milyar 600 milyon Türk Lirası masraf yapılmıştı.
5 yıl süreyle bu belgeler hem haber dairesi, hem muhasebe, hem de yıllık denetlemelerden geçip onaylanmıştı. 5 yıl sonra herhalde yukarıdangelen bir emirle, onay veren aynı müfettişler bu defa 4.400 belge’nin 440 adedini usule aykırı ve sahte olduğuna dair bir rapor hazırladılar. Bu rapor mahkemeye intikal ettirildi.
1991’den bu yana 3 yıl süren davada bir de bilirkişi toplandı ve bizi büyük oranda aklayan bir rapor çıkardı. Rapora göre, yapılan harcamalar gerçekti. Yani bizim intikar yapmadığımızı, TRT’den gerçekleştirilmemiş bir iş için para almadığımızı saptadı. Programlar çekilmiş, TRT ekranında gösterilmiş ve harcamaların karşılığında da belgeler verilmişti.
Bilirkişi bizim başından itibaren söylediklerimizi doğruladı. TRT’nin usulsüz ve sahte olduğunu iddia ettiği 400 belgeden sadece 6 tanesi hakkında “şüphe” belirtti. ( Bu 6 faturanın toplamı da 64 milyon Türk Lirası’dır. Bilirkişinin şüphesi harcamanın bizim cebimize girdiği şeklinde değildi. Çekim yapılmış, harcama gerçekten olmuş, ancak ibraz ettiğimiz faturalar şekil olarak usule uygun görülmemişti. Bunların kiminde KDV rakamı mevcut değildi, kiminde imza yoktu, kiminde rakam üzerinde tahrifat vardı.
9.573 DOLARLIK
SAHTECİLİK OLUR MU?
Biz bu faturaların tanıklar önünde düzenlendiğini, karşılıklarının yine tanıklar önünde hizmeti yapanlara ödendiğini belirttik. Tanıkların dinlenmesini istedik. Bu faturaları bize verenlerin bulundukları ülkelerin ticaret siciline kayıtlı olup olmadıklarını kontrol etmemizin imkansızlığını söyledik. KDV veya vergi numaralarını onca koşuşturma içinde denetimden geçirmemizin sözkonusu olmayacağını belirttik ve ısrarla tanık dinlenmesi için girişimlerde bulunduk. Rusya’nın bozkırlarından Arabistan’ın çöllerine kadar gitmediğimiz yer kalmadı.faturanın işlemediği hatta bilinmediği yerlerde resmi muamelenin aradığı usule uygun şekilde nasıl belge bulabilirdik? Gittiğimiz yerlerde bize çekim yapanların yasal sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini anlamamızın beklenmemesi gerektiğini söyledik, ancak dinletemedik dönemin bazı güvenlik kuvvet temsilcilerinin adalet mekanizması üstündeki “ikna yeteneklerini” kullanmaları, medya’da bizi seven (!) bazı yazarların desteği sayesinde 17 inci Asliye Ceza Mahkemesi hiç oralı olmadı ve kararını verdi.
5 yıl içinde kuruma verdiğimiz 4400 belgeden (2 milyar 600 milyonluk harcama) TRT’nin usulsüz diye iddia ettiği 440 tanesinden gerekene uymayan 6’sını (64 milyon TL - 9.573 dolar) suç niteliğinde buldu ve yasadaki en düşük cezayı 11 aylık hapis cezasını, 3.5 milyon Türk Lirasına çevirip tecil etti. Böylece Azerbaycan, Tacikistan ve Irak çöllerindeki çekimler için aldığımız ancak, usule uygun bulunmayan 64 milyon TL’lik 6 fatura yüzünden suçlu bulunduk.
Bu dava ve ardından gelen diğer davaların (ki hemen hepsinden beraat ettim) tek amacı, 32.GÜN, Demirkırat, Kıbrıs gibi çalışmaların cezalandırılmasıydı. Kürt sorunu başta olmak üzere, bir çok konuda devlete ters düşmüştük ve böylece haddimiz bildirilmişti.
Özetle TRT olayı bir 9.573 dolarlık dolandırıcılık veya sahtecilik değil, devlet’in bürokrasiyi kullanıp bazı medya mensuplarının da girişimiyle bir linç girişimidir, o kadar.
ÇOK FARKLI BİR
HAKAN ŞÜKÜR….
Geçen haftaki 32.GÜN’ü seyretme imkanınız olduysa, karşınızda çok farklı bir Hakar Şükür bulmuşsunuzdur.
Ben hayret ettim.
Dünya kupasındaki performansını TV’lerden seyredince, Hakan’ın iç dünyasında sorunlar olduğunu sanmıştık. Hele yazılanları, televizyonlarda söylenenleri de eklersek, neredeyse spor yaşamı bitme noktasına gelmiş, İtalya’da sürekli yedek klübesinde kaldığı için bunalıma girmiş bir Hakan Şükür ile karşı karşıya kaldığımızı sanmıştık.
Yaklaşık 3 saat birlikte olduğum Hakan Şükür’ün, bizim kafamızda ürettiğimiz Hakan ile hiç ilgisi yoktu.
Kendinden son derece emindi.
Tam bir “kaptan” gibi konuştu. Verdiği yanıtlarla, giderek olgunlaştııını gösterdi. Fethullan Gülen konusundaki yanıtı, kendine güvenini net şekilde ortaya koydu.
Eleştirileri göğüslemesi, hoşgörüyle yanıtlaması da güzeldi. Takım arkadaşlarını yücelten, kimseyi küçük görmeyen ve en önemlisi, kendiyle ilgili planları anlatırken özgüven veren tutumu dikkatiki çekti.
Bizler “Hakan bitiyor” derken, o tam aksine “Hayır bitmiyorum. Aksine daha gidecek çok yolum var” diye yanıtlıyordu. İtalya’dan sonra İngiltere’de futbol oynayacağını anlatırken, ne yapacağını bilen bir insan görüntüsü veriyordu.
Hakar Şükür, çoğumuzun sandığı gibi romantik, ülkesinden uzaklaşınca morali bozulan ve her geçen gün formunu kaybeden bir sporcu değil.
Hakar Şükür, dostlarını ve arkadaşlarını çok seven, ancak sonuna kadar profesyonel bir sporcu. Bulutlarda yaşamıyor. Günün gerçeklerini çok iyi biliyor.
Beğenin beğenmeyin, Hakan Şükür gerçek bir kaptan ve gerçek bir star. Kim ne derse desin, Hakan’lı yıllar öyle kolay kolay bitmeyecek. O da, birbirinden güzel goller atacak…
Bu yazılara cnnturk.com'dan da erişebilirsiniz.
|